çünkü duyulabilecek kadar yüksek bir ses vardı içimde. bunu fark edince, dünya üzerindeki bütün insanlar birden yok olsalar dahi yalnız kalmayacağımı anladım.
insan doğar. on-on beş yıl sonra dünyanın nasıl bir tezgah olduğunu ve doğumla ölüm arasına nasıl hapsedildiğini fark eder. bu aslında bir histir, bilgi değil. ve ilk tepkisini verir. avazı çıktığı kadar bağırarak.
nasıl anlamıyorlar, diye düşündü derdâ. yanlarından geçiyorum. buradayım, aralarında. ama hiçbirinin umurunda değilim. görmüyorlar bile beni. hepsi de kör olmuş. ya da bu çarşaf, görünmezlik kumaşından.
tarihi bir hazin balkıma gibi
biliyorum kafiyeyi bozduğumu.
başka şeyleri de bozduğumu. ve biliyorum ki
hüzün varsa içinde, bozukluk bile hoşuna gider naci'nin
biliyorum ki bozukluk bağışlanır, sevilir bile
biz de kadınlara bunu mu yapıyorduk? onları önce kendimize muhtaç hale getirip sonra da 'aman ali rıza bey, tadımız kaçmasın' dedikleri için dalga mı geçiyorduk? neden tadımızın kaçmaması gerekiyordu? neden korkuyorlardı huzuru kaçan bir evden? duydukları sevgiden mi yoksa sahiden sahipsiz kalma korkusundan mı?