Kitap konusunda nötrüm. Sadece şunu söyleyemeliyim ki abartılacak hiç bir yanı yokmuş. Kazi ve Jase öyle umduğum gibi devasa bir aşk yaşamadı. Araları o kadar gergin ve uzaktı, ayrıca yakınlaşma sahneleri öylesine kısa ve kördü ki, birbirlerini sevdiklerine bile son 40 sayfaya kadar inanmakta zorlandım.
Ama bu kimsenin hatası değil, benim hatam. Yazarın daha önce sıkılarak okuduğum bir serinin yazarı olduğunu öğrendiğimde çoktan ikinci kitabı almış, ilkini ise yarılamıştım.
İçinde kötü bulduğum bir şey olmamakla birlikte gereksiz ve zorlama bulduğum tonla şey vardı. Yahu yazar koskoca Patrei'ye (prens) ve onun kardeşi Mason'a yatmadam önce süt ve kurabiye yedirdi ya, o da yetmezmiş gibi sen git yat ben bulaşıkları yıkarım dedi.
Bu sadece bir örnekti. Kitabın ilk sayfalarında aşırı bilgi yüklemesi yapıldığından baya sıkıcıydı. Kazi ve Jase birlikte tutsak edilsin diye çok uğramış yazar ve onları hızlıca birinden hoşlanır hale getirmiş.
Ama bu toz pembe günler görüp göreceğimiz tek güzel şeyler. Bir kaç gün içinde yüzlerce kez öpüşmüşler güya ama biz çoğunu görmedik.
Ondan sonrası hep yokuş aşağı gitti.
Hikayede aksiyon olmadı demiyorum, bir kaç yerde sağlam aksiyon sahneleri okudum ama Jase hep ikinci plana atılmış, kitap yine kadın egemenliğine sığındırılmış gibi geldi bana. Feminizm karşıtı olduğumdan değil, bir prensten daha fazlasını beklediğimde bu serzeniş. Sonuç olarak 1 haftada okuyup bitirdiğim bir ve maalesef elimde ikincisi de mevcut olan bir kitap. Ne yazık ki hemen okumak içimden gelmiyor. Sonu en can alıcı yerde bitmiş olsa bile.