Osmanlı sonrası dönemde, milliyetçi kalıba uymayan birçok
yaşam, tarihçiler için hem bir meydan okuma hem de bir fırsat
teşkil etmektedir. Osmanlı ülkesinin merkezinde yaşayan çok
sayıda kişi muhtelif nedenlerden ötürü, kâh istemli kâh istemsiz
biçimde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadı. Bazıları siyasi,
dinî ve kültürel gelişmeler
Wittgenstein'ın "hakkında ko- muşamadığımız şeyler hakkında susmalıyız" mottosuna yanıt si- nemadan gelmektedir: "Hayır, hakkında konuşamadığımız şey- kri gösterebiliriz". Filmlerin gösterdikleri, filozofik fikrin basit bir illüstrasyonu değildir. Filozofik fikri kopyalayan değil, onun yeni bir tarzda ve hatta o fikri bile
*Köpeklerin İtlaf Edilmesi Üzerine Bir Analiz*
Köpek düşmanı değilim, ancak sokakta tabiatta sadece köpekler varmış, tabiat, sokak ve caddeler sadece köpeklerin yaşam alanıymış eshefliğini de reddediyorum. Tabiatte hangi canlının popülasyon nüfusu yoğun olursa o popülasyon diğer canlıları yok etmeye ve o canlılar üzerinde etki yaratmaya tahakküm
Bu nasıl bir toplum, insan milyonların ortasın
da en derin yalnızlığı yaşıyor; hiç kimse farkına
varmadan dayanılmaz kendini öldürme arzusuyla kahrolabiliyor?
Dünyadan kaçmak isteyen bir insan kendi cesedine yapılacak aşağılamaları umursar mı? Bu nasıl bir toplum, insan milyonların ortasında en derin yalnızlığı yaşıyor; hiç kimse farkına varmadan dayanılmaz kendini öldürme arzusuyla kahrolabiliyor?
Gazi Paşa'nın sofrası asla bir işret alemi yeri, bir vakit geçirme, bir zaman öldürme yeri değildi.. O bu sofrayı adeta bir okul haline sokmuştu. Dünya sorunlarının, yurt sorunlarının, ilmin, felsefenin, sanatın, insanlık idealinin ve uygar Türk Ulusunun kaderinin sabahlara kadar tartışıldığı bir okuldu bu sofra.. Aydınlıklarla, iyi niyetlerle dolu bir sofra.. Paşa'nın belirli uyku saatleri dışında bir saniye bile boş vakti yoktu. Akşam sofraları bile bu nedenle bir çalışma yeriydi. Hemen her konu bu sofralarda yeniden gündeme gelir, ilgililer nerede olurlarsa olsunlar çağırılırlar, mesele hakkında verilen izahatlar dinlenir; konunun nereden nereye geldiği saptanarak müdavelei efkarda bulunulurdu.
Elbet bu sofralarda bazan Fikret'ten, Namık Kemal'den konuşulur ve Gazi Paşa çoğunlukla Tevfik Fikret üzerine konuşur, sofrasındaki yakın arkadaşlarına sık sık sorular sorardı. Bu sorulara yanıt veremeyenin vay haline! Böyle duruma düşenlere Paşa hemen elinin altında bulundurduğu kitabı uzatarak: «Al bunu git, iyi bir oku! Sonra şafak sökmeden gel ve benim sorumun cevabını doğru olarak ver!» derdi. Ne pahasına olursa olsun, çevresindeki dostlarına her konuda hazırlıklı olmalarını isterdi. Hele hele bunlar devlet adamı ise, onların bilgisizliğine asla dayanamaz, bunları asla affetmezdi. Ulusu yönetenlerin bilgisiz olmalarını bir cinayet olarak nitelendirirdi.
''Eğer bir adam, ailenin reisine tabi olsun ya da olmasın, [kocaya] verilmiş olsun ya da olmasın genç bir kızla ilişki kurar ve kız onun tarafından hamile kalırsa, kızın insanlardan utanmasına, rahmindeki cenini yok etmesine izin verme.
Ve eğer genç kız, insanlardan utanarak, rahmindeki cenini yok ederse, günah hem babanın hem de kendisinindir, cinayet hem babanın hem de onun üzerine kalır; hem baba hem kendisi bunun için kasten öldürme cezası ödeyeceklerdir.''