Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Kibir, feodal ve hiyerarşik bir çağın günahı denilebilir belki de.
Sayfa 31
Reklam
İnfazlar ahlaki dersler içeren gösteri oyunlarıydı. Dehşetengiz suçlar karşısında hukuk da gaddarca cezalar icat etmişti. Brüksel'de kundakçılık ve cinayetten hükümlü bir genç, ateşe verilmiş çalı çırpıdan oluşan bir çemberin ortasında bulunan demir bir kazığa, bu kazığın etrafında dönebilecek şekilde zincirle bağlanmıştı. Seyircilere dokunaklı sözlerle hitap ediyordu ve ''yürekleri öyle bir dağladı ki herkes gözyaşına boğuldu ve onun ölümü o zamana dek görülenlerin en iyisi diye yorumlandı.''
Sayfa 12 - Alfa Yayınları
"Kırsal yaşam düşü, bir edebî tür olmanın biraz ötesinde hayatın kendisini ıslah etme ihtiyacıdır. Söz konusu olan sadece masum ve doğal zevkleriyle çobanların hayatını tasvir etmek değil, gerçekte olmasa bile en azından güzel bir oyunun yanılsamasını taklit etmektir. "
"A superbia initium sumpsit omnis perditio. Radix omnium malorum est cupiditias" (bütün yıkımlar kibirden gelir. bütün kötülüklerin kaynağı tamahdır.)
Metafor olmaksızın tek bir düşünceyi bile ifade etmek imkansızdır. İmgeleri aşmaya yönelik bütün çabalar boşa çıkmaya mah.kümdur. İnsanın en yakıcı özlemlerinden ancak olumsuz terimlerle söz edebilmesi gönlün ihtiyaçlarını karşılamaz ve felsefenin artık ifade olanağı bulamadığı yerde devreye şiir girer. Mistisizm yüce tefekkürün baş döndürücü tepelerinden sembolizmin çiçekli çayırlarına inen yolu her zaman yeniden keşfetmiştir. Bütün ifade biçimleri tükendiğinde Aziz Bernard ve Aziz Victor ekolü gibi eski Fransız mistiklerinin tatlı lirizmi mistiklerin imdadına her zaman koşar. Vecd hallerinde alegorinin renkleri ve şekilleri yeniden belirir. Henry Susa, Ebedi Hikmeti nişanlısı olarak görür: "Bulutlarla kaplı bir gökyüzünün yükseklerinde süzülüyordu [nişanlısı], Venüs veya ışıklarını saçan güneş gibi parlıyordu; tacı ebediyet, entarisi ahiret mutluluğu, sözü letafet, öpücüğü mutlak zevkti; uzakta ve yakında, çok yukarıda ve aşağıdaydı; hem ortadaydı hem de saklı; kendine yaklaşılmasına izin veriyor, ama yine de kimse onu yakalayamıyordu."
Sayfa 257Kitabı okudu
Reklam
Hayal gücü kaygı ve dehşet aşılamak için müthiş zenginlikteke kaynakları kullansa da semavi sevincin ifadesi her zaman son derece ilkel ve tekdüze kalmaktaydı. İnsan dili mutlak saadetin ne menem bir şey olduğunu gösteremez. İdeayı aritmetiksel açıdan güçlendirmekten başka bir şey yapamayan yetersiz üstünlük derecelerini kullanır sadece. Yüksekliği, genişliği ve tükenmezliği ifade eden terimler icat etmenin faydası nedir ki? İnsanlar asla hayal gücünün Ötesine geçemezler, kaçınılmaz olarak sonsuzu sonluya indirger ve bunun neticesinde mutlağın duygusunu zayıflatırlar. Her duygu ifade edilirken ani etkisinden bir şey kaybeder; Tanrı'ya atfedilen her sıfat O'nun yüceliğinden bir şeyler alıp götürür.
Sayfa 254Kitabı okudu
Her şeyi genel bir kalıba indirgemeye yönelik bu eğilim, bireysel özellikleri ayırt etme ve tanımlama yetisini hiç kazanamamış ortaçağ zihniyetindeki temel bir zayıflık olarak telakki edilmiştir. Bu öncülden yola çıkarak Rönesansı bilindik şekilde şöyle özetleyebiliriz: Bireyselciliğin gelişinin haklı çıkarılması. Ancak temelde bu antitez isabetsiz ve yanıltıcıdır. Ortaçağda spesifik özellikleri idrak etme melekesi ne düzeyde olursa olsun, insanlar her zaman bilinçli olarak ve bir amaca binaen onları genel bir ilke altında toplamak için tekil nitelikleri ve şeylerin ince ayrımını gözardı etmişlerdir. Bu zihinsel eğilim köklü bir idealizmin sonucudur. İnsanlar her zaman ve münhasıran genel anlamı, mutlakla olan bağlantıyı, ahlaki idealliği, bir şeyin nihai anlamını idrak etmeye yönelik vazgeçilmez bir ihtiyaç duymuşlardır. Önemli olan kişisel olmayandır. Zihin tekil gerçekliklerin değil, modellerin, örneklerin ve normların peşindedir.
Sayfa 248Kitabı okudu
Ortaçağ zihni bir şeyin doğasını veya nedenini bilmek istediğinde, ne o şeyin yapısını analiz etmek için içine bakıyor, ne de kökenini bulmak için ardına bakıyordu; sadece o şeyin bir idea olarak parladığı gökyüzüne bakıyordu. Söz konusu olan ister siyasal, ister toplumsal, isterse de ahlaki bir mesele olsun, ilk adım her zaman o sorunu evrensel ilkeye indirgemek oluyordu. En önemsiz ve sıradan şeyler bile bu ışığın altında değerlendiriliyordu. Sözgelimi, Paris .üniversitesi'nde şu soru tartışılıyordu: Lisans öğrencileri için sınav harcı alınmalı mıdır? Rektör alınması gerektiğini düşünüyordu; Pierre d'Ailly ise karşı görüşü savunmak için araya girdi; ama savunmasına hukuka veya teamüllere dayanan savlarla değil, bir metnin uygulamasıyla başladı: Radix omnium malorum cupiditas. (Bütün kötülüklerin kaynağı tamahkarlıktır) Ardından söz edilen harcın din sömürücülüğü ve sapkınlık olduğu, doğal ve ilahi yasaya ters düştüğü yönünde tamamen skolastik bir izahla haklılığını kanıtlamaya girişti. Ortaçağdaki ispat metinlerini okurken bizi çoğu zaman hayal kırıklığına uğratıp bunaltan şudur: Söz konusu ispatlar semaya yönelir ve daha en baştan itibaren ahlaki genellemelerin, kutsal kitaplardaki vakaların içinde kaybolur.
Sayfa 247Kitabı okudu
Akla gelebilecek her şey imge suretine bürünebiliyordu; kavrayış imgelemden tamamen bağımsız hale gelmişti. Gerçekçiliğin ortaçağdaki anlamı olan fazlasıyla sistematik bir idealizm, dünyanın kavranışına belli bir katılık kazandınyordu. Varlık olarak kavranan ve sadece Mutlak olanla ilişkisi hasebiyle önem kazanan idealar, düşüncenin göğüne serbestçe serpilmiş sayısız yıldız gibiydiler. Onlar bir kez tanımlandığında, salt çıkarsamacı biçimlere göre sınıflandırmaya, alt bölümlere aynlmaya ve aynına elverişli hale geliyorlardı. Mantık kurallan dışında, sınıflandırmadaki hataları gösterecek hiçbir düzeltici yoktu elde ve bu durum kendi işleminin değeri ve sistemin kesinliği konusunda zihnin yanıltılmasına yol açıyordu.
Sayfa 247Kitabı okudu
Reklam
İnsanların sembolizmin tehlikelerinin farkına varmak zorunda kaldıkları zamanlar, keyfi ve içi boş alegorilerden iğrenilmeye başlandığı ve onların düşünceye engel sayıldığı zamanlar günümüzden fazla uzak değildir. Luther skolastik teolojinin en aydınlık zihinlerini hedef alarak sert eleştirilerde bulunmuştu: Bonaventura, Guillaume Durand, Gerson ve Denis le Chartreux bu eleştirilerden nasibini alan zatlardı. "Bu alegorik çalışmalar,'' diyordu Luther, "işsiz güçsüz insanlann eseridir. Yaratılmış herhangi bir şey üzerine alegori oyununa girişmede zorlanacağımı mı sanıyorsunuz? Akıldan bu denli yoksun herkes alegori yapabilir."
Sayfa 245Kitabı okudu
Sembolizm, hizmetkarı alegoriyle birlikte sonunda düşünsel bir eğlence halini almıştır. Sembolik zihniyet, nedensel düşüncenin gelişmesinin önünde bir engel teşkil ediyordu, çünkü nedensel ve kökensel ilişkiler sembolik bağlantıların yanında önemsiz görünmek zorundaydı. Bundan dolayı iki lamba ve iki kılıcın kutsal sembolizmi papalık otoritesinin tarihsel ve hukuksal eleştirisinin yolunu uzun süre tıkamıştır. Çünkü Papalık ve İmparatorluğun güneş ve ay ile veya havarilerin getirdiği iki kılıçla sembolize edilmesi ortaçağ zihniyetine göre çarpıcı bir kıyaslamanın çok ötesindeydi: Bu iki gücün mistik temelini açığa vuruyor ve Aziz Peter'in önceliğini doğrudan ihdas ediyordu. Dante, papanın üstünlüğünün tarihsel temelini araştırmak için önce sembolizmin uygunluğuna karşı çıkar.
Sayfa 245Kitabı okudu
Geç ortaçağda bu düşünce epey zamandan beri gerilemekteydi. Evrenin sembolik ilişkilerin büyük bir sistemi içinde temsili uzun zamandan beri tamamlanmıştı. Yine de sembolleştirme adeti varlığını sürdürüyor, taşlaşmış çiçekler gibi hep yeni figürler öne sürüyordu. Sembolizm her zaman mekanik olma eğilimi göstermiştir. Bir ilke bir kez kabul edildiğinde sembolizm sadece şiirsel bir coşkunun değil, aynca ince bir akıl yürütmenin de ürünü olur ve böylece düşünceye yapışmış bir parazit gibi büyür ve onun bozulmasına yol açar
Sayfa 238Kitabı okudu
Sembolik düşünce, şeyler arasında sonsuz sayıda ilişkiye izin verir. Her şey kendi özel nitelikleri sayesinde bir dizi farklı ideaya işaret edebilir ve bir nitelik de birçok simgesel anlama sahip olabilir. En yüksek kavramların binlerce sembolü vardır. Hiçbir şey, yüce olanı temsil etmekten ve ululamaktan aciz değildir. Ceviz İsa'yı sembolize eder; tatlı içi İsa'nın ilahi yanını, yeşil ve etli dış kabuğu onun ilahi doğasını, kabuğunun odunsu kısmıysa haçı sembolize eder. Böylece her şey düşünceleri ebedileştirir; onların hepsi, en yücenin sembolleri olarak düşünüldüğünden, sürekli merhale katederek ilahi görkemle bir yerden başka bir yere aktanlır. Bu sayede, her nadide taş doğal pınltısının yanı sıra sembolik değerleriyle birlikte ışıldar. Gül ve bekaretin benzeştirilmesi şiirsel bir kıyastan çok ötededir, çünkü onlann ortak özünü açığa vurur. Her mefhum zihinde doğarken, sembolizm mantığı bir idealar uyumu yaratır. Onların her birinin özel niteliği bu ideal uyum içinde kaybolur ve rasyonal anlayışın katılığı, mistik bir birliğin sunulmasıyla yumuşatılır.
Sayfa 237Kitabı okudu
Ortaçağdaki anlamıyla her gerçekçilik, sizi insanbiçimciliğe götürür. Zihin bir ideaya gerçek bir varlık atfederek o ideayı canlandırmak ister ve bunu ancak söz konusu ideayı kişileştirerek yapabilir. Bu yolla alegori doğar. Alegori sembolizmle aynı şey değildir. Sembolizm iki idea arasındaki gizemli bir bağlantıyı ifade ederken, alegori bu bağlantının kavranışına görünür bir biçim kazandırır. Sembolizm zihnin çok esaslı bir işleviyken, alegori yüzeysel bir işlevdir. O, sembolik düşüncenin kendini ifade etmesine katkıda bulunur, ama aynı zamanda canlı bir ideanın yerine bir figür koyarak ideayı tehlikeye atar. Sembolün gücü alegori içinde kolayca kaybolur.
Sayfa 236Kitabı okudu
Ortak özelliklere dayanan sembolik benzeşme, bu özelliklerin şeylerin özünde yattığı fikrini önceden varsayar. Dikenlerin ortasında açmış beyaz ve kırmızı güllerin görülmesi, ortaçağ zihninde hemen sembolik bir benzeşim uyandınr; örneğin infazcılannın arasında şanlanyla parlayan bakirelerin ve şehitlerin benzeşimi. Sıfatlar aynı olduğu için benzeşim meydana gelir: Güzellik, sevecenlik, saflık, güllerin renkleri aynı zamanda bakirelerin özellikleridir; keza kırmızı renk aynı zamanda şehitlerin kanının rengidir. Fakat bu benzeşme ancak sembolik kavramın iki terimini birbirine bağlayan ortadaki terim, onların özsel bir ortak noktasını ifade ettiğinde mistik bir anlama sahip olur; başka bir deyişle eğer beyazlık ve kırmızılık niceliğe dayalı fiziksel bir farktan daha öte bir şeyse, eğer onlar özler, gerçeklikler olarak algılanırsa mistik bir anlama sahip olur. İlkelin, çocuğun ve şairin zihni onları asla başka türlü görmez.
Sayfa 234Kitabı okudu
Reklam
Sembolizm, nedensel bakış açısından düşüncenin bir tür kısa devresi gibi görünmektedir. Düşünce, iki şey arasındaki ilişkiye bakmak yerine onlann nedensel bağlantılarının gizli dolambaçlı yollannı izleyerek bir sıçrama yapar ve sebep sonuç bağlantısı içinde değil de anlam veya amaç bağlantısı içinde ilişkilerini keşfeder. Bu tür bir bağlantı, ancak iki şeyin genel bir değere atfedilebilen özsel bir niteliği paylaşması koşuluyla hemen inandıncı görünecektir. Bunu deneysel psikolojinin diliyle ifade edecek olursak; herhangi bir nedensel benzerliğe dayanan her zihinsel ilişki hemen özsel ve mistik bir bağlantı fikrini oluşturur. Bu oldukça zayıf bir zihinsel işlev gibi görünebilir. Üstelik etnolojik bir bakış açısından bakıldığında, kendini çok ilkel bir işlev olarak da gösterebilir. İlkel düşünce, farklı kavramlar arasındaki kesin sınır çizgisini algılamadaki genel bir zayıflıkla nitelendirilir; bu nedenle belirli bir şeyin kavramına, ona herhangi bir ilişki ve benzerlikle bağlanan tüm kavranılan dahil eder. İşte sembolleştirme işlevi de bu eğilimle yakından ilişkilidir.
Sayfa 234Kitabı okudu
Ortaçağda sembolist tavır, nedensel veya kalıtımsal tavırdan çok daha belirgindi. Dünyayı bir evrim süreci olarak algılama yaklaşımı da kendini gösteriyordu elbette. Ne de olsa ortaçağ düşüncesi, şeyleri, kökenleri itibarıyla anlama peşindeydi. Fakat, bu alanda deneysel yöntemlerin yokluğu, gözlem ve analizin ihmal edilmesi yüzünden kalıtımsal ilişkilerin dile getirilmesi soyut çıkarsamalara indirgenmişti. Bir şeyin başka bir şeyden nasıl türediğine dair görüşler üreme veya dallanıp budaklanmanın safiyane biçimine bürünüyordu. Bir ağaç veya soyağacı resmi, kökensel veya nedensel ilişkileri temsil etmeye yetiyordu. Örneğin arbor de origine juris et legum [hukukun ve yasanın soyağacı) hukukun tümünü çok sayıda dalı olan bir ağaç suretinde sınıflandırıyordu. Ortaçağın evrimci düşüncesi ilkel yöntemleri sayesinde şematik, keyfi ve kısır kalmıştır.
Sayfa 233Kitabı okudu
119 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.