Batılılaşmış aydınlardan sıradan insanlardan söz eder gibi sevgi ve anlayışla söz edebilen ilk yazarımız Oğuz Atay'dır. Şimdi kolay gözüken zor bir adım. Buyurgan milliyetçi ya da solcu siyasal nutuk geleneğinden sonra aydınların da insan olduğunu görmek rahatlatıcıydı.
“İnsanlar hiç yok yere ortaya birtakım karşıtlıklar çıkarır, bunu da öyle yepyeni terimlerle dile getirirler ki, anlam sözü yöneteceğine, gerçekte söz anlamı yönetir. Ama, iki türlü yanlış barış ya da birlik vardır: bunlardan birincisi, sezilmeyen bir bilgisizlikten doğar, çünkü karanlıkta bütün renkler aynı görünür; öteki ise, temel noktalardaki ayrılığın doğrudan doğruya benimsenmesidir, böyle durumlarda gerçek ile yalan Nabukadnezar’ın düşsel heykelinin ayak parmaklarında birbirine karışmış demir ile balçık gibidir, ayrılırlar ama birleşemezler.”
Edebiyat tarihinin tuhaf olgularından biri de , iyimser yazarların , rahat bir maddi hayat sürmüş , hali vakti yerinde yazarlar arasından değil de , yoksulluk , parasızlık ve felaketlerle savaşmış yazarlar arasından daha çok çıkmasıdır. İyimserliğin , adını andığım bu kötülüklerle savaşmak için gerekli araçlardan biri olduğu düşünüldüğünde kolaylıkla anlaşılabilir bir olgudur bu. Daha ilgi çekici olabilecek şey ise felaket ve yoksulluklarla boğuşan yazarın bu iyimserliği nereden bulduğu , onu hangi araçlarla , nasıl koruduğudur.