Bir roman ne zaman bir sanat eserine dönüşür? Kahramanı Vergilius, yazarı Herman Broch ve çevirmeni Ahmet Cemal’in sözcüklerinin büyüsü birleşip, yüzyıllar ötesinden günümüze uzanan bambaşka bir var oluşa konuk ediyor bizi. Okuduğumuz salt bir kurgu olarak kalmıyor elbet. Şiir, sanat ve felsefenin iç içe geçtiği satırlar aktıkça, Vergilius’un ölüm
İlhan Berk'in de aralarında olduğu büyük şairler, önce ‘şiir’ olmuş, sonra da şiirlerini yazarak 'şair' olmuşlardır. O yüzden onların şiir dışında yazdıklarını okurken de şiirden doğru ve şiire doğru bir gidiş-geliş yaşarız her zaman.
Kahramanımız Peter Kien, kendisini bilgin ve kitaplık sahibi olarak tanımlıyor. Aslında Çin Dili ve Edebiyat uzmanı bir filolog. Ancak ne ders vermeye merakı var ne de fakülteye uğramaya. İnsanlardan olabildiğince uzak kalmaya çalışıyor. Hayatının neredeyse tamamını kitapları oluşturuyor. Yirmibeş bin kitaptan oluşan kitaplığı evin bütün
Dünya aynı zamanda bir denklemdir, çözülür denklem, ve altın eşit altın, pislik eşit pisliktir
Ama senin içindekine eşit, senin içindeki dünyaya eşit bir şey yoktur.
Elini kolunu bağlıyor insanlar; ona diledikleri gibi bir biçim vermiş, onu bir kalıba sokmuşlardır. İnsan bir süre bir yerde kalınca, pek çok karaktere bürünerek, söylenti niteliğinde karakterler görünümünde dolaşmaya başlıyor ve gittikçe kendi kendisi olma hakkını yitiriyor.
‘Il Divino”, Floransa Cumhuriyeti’nin kahramanı Michelangelo, San Pietro Bazilikası’nın yapımı sırasında Papa II Julius ile tartışır. Papa kendisine vaat ettiği parayı bir türlü vermez. Gururlu bir sanatçı olan Michelangelo kendisini kıskandığını düşündüğü Bramante ve Rafaello’ya da öfkelidir. Tam bu sırada İstanbul Sultanı II. Bayezid’den ilginç bir davet alır. Bu davetin amacı İstanbul ile Pera arasında bir köprü inşaatı için gelip şehri görmesini istemesidir. Daha önce Leonardo da Vinci’nin projesinin reddedilmiş olması, bu teklifi daha cazip hale getirir. Sultan ile arası kötü olan Papa’dan intikam alma fikri de karar vermesinde etkili olacaktır.
Floransa’dan başlayan yolculuğu Sarayburnu’nda son bulurken karşısında büyüleyici bir şehir bulur. Günlerce bu şehri adım adım gezer. Keşif sırasında yanında Piriştineli şair Mesihi de olacaktır. Onun dostluğu ile şehrin gizemli, mistik yönleriyle karşılaşır. Boğazın suları, Ayasofya’nın ihtişamı, şehrin sokakları, insanları, mimarisi ile derinden etkilenir. Davut kadar, Pieta kadar zarif bir eser ortaya çıkarmak ister. Serenissima’ya benzettiği şehir, onun sonraki eserlerine ilham kaynağı olacaktır.
Kurguda Michelangelo’nun hayatının kısa ama önemli bir kesiti olan İstanbul ziyaretinde zihnine kazınan imgeler, iki düşman olan Papa ve Sultan arasında karar vermenin zorluğu, tamamen yabancı ve önyargılı olduğu bir din ve kültüre dair gözlemleri anlatılıyor romanda. Anlatıcı bazen değişiyor. Bazen de Michelangelo’nun kardeşiyle olan yazışmaları çıkıyor karşımıza. Michelangelo’nun iç dünyası ve dönemin İstanbul’unun resmedildiği başarılı bir anlatım var.