John Lennon un ünlü şarkısındaki gibi, dinin olmadığı bir dünya hayal edin. İntihar bombacılarının olmadığını, 11 Eylülün, İngiliz Metro Bombalamalarının, Haçlı Seferlerinin, cadı avlarının, mezhep savaşlarının, Hintlilerle Pakistanlıların ayrılmasının, İsrail Filistin savaşlarının, Sırp/Hırvat/Boşnak katliamlarının, Yahudilerin “İsa katilleri” diye idam edilmelerinin, Kuzey İrlanda “sorunlarının” hiç olmadığını, din sömürüsü ile televizyonlarda servet kazanan uyanıkların olmadığını düşünün. Tarihi heykelleri havaya uçuran Talibanın olmadığını, kâfirlerin halk içinde kafalarının kesilmediğini, derilerinin bir fiskesini gösterdiler diye kadınların suratına kezzap atılmadığını hayal edin.
Körüne körüne inanmak mı, yoksa önce sorgulamak mı? Din konusunu tabu haline getirmeyen, soru sorma cesareti olan herkesin mutlaka incelemesi gereken bir kitap. Boş eleştirilerle dolu ve sadece saldırı amaçlı olmayan, kaynaklar göstererek sebep sonuç ilişkisi üzerinden ilerleyen, Dawkins'in kendi cevaplarını verirken, bizi de kendi cevaplarımızı bulmaya iten, inanan ya da inanmayan herkesin mutlaka okuması gereken bir kitap. Özellikle ahlakın dinden bağımsız olduğunu çarpıcı bir biçimde göstermesi belki de en altı çizilesi konudur.
Tanrı YanılgısıRichard Dawkins · Kuzey Yayınları · 20203,554 okunma
Bir kimsenin zekâsı ya da eğitim seviyesi ne kadar yüksek olursa, bu kişinin dindar olması ya da herhangi bir türde 'inançlar' barındırması o kadar olasılıksızdır.
Tekrar edeyim, insanlar maymundan gelmemiştir. Maymunlarla ortak bir atamız var. Olay şu ki, ortak Ata insandan çok bir maymuna benziyor olmalıydı ve eğer biz onunla şöyle 25 milyon yıl önce tanışabilseydik büyük ihtimalle ona maymun derdik. Fakat her ne kadar insanlar görünüşüne bakıp maymun ismini takacağımız bir atadan evrildilerse de, hiçbir hayvan bir anda yeni bir tür doğuruvermiyor, yani en azından, bir insanın maymundan ya da hatta bir şempanzeden farklı olduğu derecede kendisinden farklı bir yavru doğurmuyor. Evrim böyle bir şey değil. Aslına bakılırsa Evrim kademeli bir süreç olmakla kalmıyor, eğer bir şeyleri açıklayacaksa kademeli olmak zorunda. Tek bir nesilde görülen büyük sıçramalar (yani bir maymunun insan doğurması gibi) neredeyse ilahi yaratılış kadar imkansız ve tam da aynı sebeplerden bu fikir kabul görmüyor: istatistiki olarak olasılıksız. Evrim karşıtlarının kendilerini birazcık zahmete sokup karşı çıktıkları şeyin en basit temel ilkelerini öğrenmeleri ne kadar da güzel olurdu.
Gerçekten var olan şeylerle zaten yeterince meşgulüm ve bu beni fazlasıyla tatmin ediyor; ancak gerçekten var olması olası, fakat hiçbir kanıta sahip olmadığım konularla kendime işkence edecek ya da zihnimi kurcalayacak değilim.
Eğer politik, bilimsel veya sanatsal görüşlerime saygı duymanızı istiyorsam bu saygıyı, görüşlerle, mantıkla, konuşma sanatıyla veya ilgili bilgimle kazanmalıyım. Karşı iddiaları göğüslemeliyim. Fakat dinimin bir parçası olan bir görüşüm varsa, eleştirmenler parmaklarının ucuna basarak uzaklaşmalı veya toplumun genelinin öfkesi karşısında cesur olmalıdır. Dini fikirler neden böyle sınırların dışında? Neden onlara saygı
duymak zorundayız? Sadece dinsel oldukları için mi? Dahası, karşılıklı olarak çelişkili olan birçok dinin hangisine bu sorgusuz saygının gösterileceğine nasıl karar veriyorsunuz?
1. Wolf Hall – Hilary Mantel (2009)
2. Gilead – Marilynne Robinson (2004)
3. Secondhand Time – Svetlana Alexievich (2013)
4. Never Let Me Go – Kazuo Ishiguro (2005)
5. Austerlitz – WG Sebald (2001)
6. The Amber Spyglass – Philip Pullman (2000)
7. Between the World and Me – Ta-Nehisi Coates (2015)
8. Autumn – Ali Smith (2016)
9. Cloud Atlas
“Eğer insanlar sadece cezalandırılmaktan korktukları ve ödüllendirileceklerini umut ettikleri için iyi kalplilerse, o halde gerçekten çok acınacak haldeyiz."
Kabul etmek gerekir, ilahiyata eğilimli kişiler genelde gerçek olanla gerçek olmasını arzu ettikleri şeyleri ayırt etme yetisinden kalıcı olarak yoksundurlar.