Burdan böyle baktığımda gömütsü ince boşluğa bilemem martılar neye göre toplanırlar bilemem dizlerim neden çözülür böylesine güçsüzleşir dolaşımı kanımın uyuşurum bunca değişken mavinin görümünde uçarım ve karşı kıyı tehdit okunu kırdıkça sunağım orasıdır pek sık çiçeklerle ve cesetlerle giderim iyice daha sunmaya...
Ödünç aldım kokunu kendi tenimde,
sen kokuyor yüzeyi bedenimin,
her gözeneği.
Açar açmaz arkı daldı bir kelebek içeri,
Döndün sandım beyazı görünce,
Birleştirerek tenimden yayılan
koku ile
uçanın sonsuzluk imgesini.
Tutuyorum sevi çanını ellerimde,
Vurgusu ben'e dönük, yankısı çocukluğa.
Kendi ışıltısı deviniyor kendinde
katlanarak doyumu
töze doğru yayılıyor
başkayla aramızdaki
kimsesizliğe.
Şimdi hayır derken
sevişiyorum seviyle ben.
Ağustos, 81
"Mesela, şu taşı alalım. Görüyor musunuz? Biçimsiz bir taş parçası, hiçbir şeyi temsil etmiyor. Gene de," diye açıklıyordu rahip Marsilio Ficino, "içinde bir ide saklı, bir biçim hapsedilmiş duruyor. Bir heykelcinin, yavaş yavaş, bilinçli bir tutumla, 'fazlalık' her şeyi çıkarması yeterli olurdu. O zaman, bu taştan olağanüstü bir heykel varlık kazanır, daha doğrusu özgürleşip çıkardı. Ellerimizle değil, sevgili dostlarım, zihnimizle resmeder ya da biçim veririz!"
İnsanın zamandan sevgilisinin geçmişini geri isteyesi geliyor, onun çocuk yüzünü, her yaştaki yüzünü görmüş, küçük bir kızken onu bağrına basmış olmayı, kendi kollarında büyüdüğünü görmeyi istiyor, daha o hiç kimseye sevgi göstermeden, başka hiç kimse ona sahip olmadan, onu sevmeden, ona dokunmadan, onu görmeden. İnsan onun geçmişini, sizden önce başkalarına verilmiş her şeyi kıskanıyor, kalbinde uyanan en ufak bir duyguyu, ağzından çıkan ve sizden önce başkalarının işittiği en ufak sözleri kıskanıyor. İçinde bulunulan zaman yetmiyor; bütün geçmiş de, bütün gelecek de buna katılsın isteniyor. İşte şimdi vardığımız noktada el ele, dudak dudağa, sarmaş dolaş haldeyiz, insan birbirinin her yerine aynı anda ve çok daha keskin duyularla dokunabilsin, tek bir varlık olsun, birbiri içinde eriyip gitsin istiyor.
Bir gün gelecek bütün bu aşk rüyasından hiçbir şey kalmayacak, bir gün gelecek bizimle birlikte her şey karanlık geceye gömülmüş olacak, bizim olan her şey kaybolacak, her şey, taşa kazılı adlarımıza varıncaya kadar.
Ben mutluyum Plumkett, size göndermekle yeterince gülünç düştüğüm bütün yakınmaları geri alıyorum... Yine de şimdiye kadar kalbimde kırılan şeylerin acısını çekiyorum. İçinde bulunduğum şu zamanın yazgımda bir ara dönem olduğunu, geleceğin üzerinde hep iç karartıcı bir şeyin dolanıp durduğunu, bugünkü mutluluğun kaçıılması olanaksız korkunç bir yarın getireceğini hissediyorum.
İnandığım şu düşünceye sizi ikna etmek isterim: Çaresi olmayan manevi acı yoktur. Derdin niteliğine, kişinin mizacına uygun çareyi bulmak ve uygulamak bizim mantığımıza düşer.
Ümitsizlik tamamıyla anormal bir haldir, diğer birçoğu gibi iyileştirilmesi mümkün bir hastalıktır ve doğal ilaç zamandır. Ne kadar mutsuz olursanız olun içinizde derdin giremeyeceği küçük bir köşe kalmasını sağlayın, bu küçük köşe sizin ilaç kutunuz olacaktır- Amin!
Temel önerme: İnsanın başkalarında en çok
sevdiği yine kendisidir. Bir başka insanda kendime rastladığım zaman gücüm artyor, sanki ikimizin içindeki birbirinin aynı güçler birbirine ekleniyor ve sempati de benim için mutlulukla aynı anlama gelen bu güç artışına doğru bir istek bir eğilimmiş gibi görünüyor.