Ve sabahları kimse sizi uyandırmadığında, geceleri kimse sizi beklemediğinde ve ne dilerseniz yapabildiğinizde, buna ne dersiniz, özgürlük mü, yoksa yalnızlık mı?
Charles Bukowski
“Ve sabahları kimse sizi uyandırmadığında, geceleri kimse sizi beklemediğinde ve ne dilerseniz yapabildiğinizde, buna ne dersiniz, özgürlük mü, yoksa yalnızlık mı?”
— Charles Bukowski (çeviri Mehmet Gündoğdu)
Saklı çiçekler Kitap sayfaları arasına itina ile bırakılmış, orada kurumuş, bir müddet belki de unutulmuş ve nihayet gençliğindeki tazecik halinden eser kalmamış karanfiller, bir zaman bir tepeciğin kekik kokulu rüzgârlar ile havalanan eteklerini süslerken, vatanından koparılmış o altın kalpli papatyalar yahut güller... Neden bize hayattar ve taze olanlardan daha şirin görünürler de onları bir mukaddes emanet, yahut sevgili bir vedia olarak saklarız?
Herhalde, baktıkça derhatır ettirdikleri ama hüzünlü ama neşeli hatıralar yüzünden...
Bu saklı çiçekler, henüz dalında olup, sabahları o kadifeden yaprakçıklarından minik serin şebnem katreleri damlayanlardan daha güzel değildir belki ama muhakkak çok daha özeldir.
Fakat kimler için? Elbette uzun seneler boyu bir mukaddes emanet kadri ile onları saklayacak, vakit be vakit çıkarıp, göğsüne bastıracak olanlar için...
Onbeşime daha yeni basmıştım ve bir konserve fabrikasında uzun saatler çalışıyordum. Her ay, en kısa çalışma günüm on saatti. Makine başında aralıksız çalışılan bu on saate öğle paydosu; işten eve, evden işe yürüyerek gidiş geliş; sabahları kalkıp giyinme ve kahvaltı etme; akşam yemeğini yiyip soyunma ve yatma da eklenince, yirmi dört saatten geriye topu topu, sağlıklı bir delikanlının uyuması gereken dokuz saat kalıyordu.
Yatağa girdikten sonra, gözkapaklarım kurşun gibi ağırlaşıp kapanmadan önce, ne yapıp edip bu dokuz saatten birazını okumak için çalıyordum.