Güneş batmak üzeredir. Aman, dikkat! Güneş batmak üzeredir’in arkasından dünyanın tasviri gelir. Hiç niyetim yok: dalgaları boyamağa, ufku bir dilim ekmek gibi kızartmağa.
Bak! Yine yapacağımızı yaptık işte. Dalgaları boyadık. Ufku mis gibi kızarttık.
Birdenbire her şeyi hoşuma gitmişti. Ama ben onun birdenbire hoşuna gitmemiştim. Ağır ağır hoşuna gider miyim acaba? Buralarını düşünmedim. Düşünmedim, hemen o gece ona aşık oldum.
Hayır, hayır! Hiçbir işe layık değil, hakkı var insanların. O dünyaya hayretle bakmaya doğmuştur. Hiçbir şey anlamadan şaşırmaya doğmuştur. Başını alıp yollarda dolaşmaya, insanlar neler yapıyor diye görmeye, görmemeye gelmiştir.
Kantarları eksik tartan, küçük ve kınalı kızların mayıs kokan toprak sofalarda yetiştirdikleri zoka sepetlerine alyanslı ellerini sokan ve sarısı boldur bu kozanın, diye temiz koza olduğu halde aşağılık bir fiyat biçen insanlarla dolu idi...
Ada çayı kışların ve sonbaharın, yağmurların ve karların bir ilk baharıydı. İçinde sıcak bir iklim taşıyan mavi ve kırmızı benekli, beli kıvrak ve ince çay bardağı hafızama karşı bir mevlit gecesi, bir ölünün kırkı,bir tekin değildir kokusu ile tütüyor ve balıkcılar poyrazın sertliğinden, ekmek den ve kırık sandallardan bahsediyorlar. Sultana papatya suyu ile sararttığı saçlarını burnuma dokunduruyordu. O zaman ada çayının kokusunu unutuyorum:......