Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

samed botan

samed botan
@samednr
Lê çavdêr be, bêdeng be, kêm darizîne û gelekî bipirse. https://1000kitap.com/yazar/platon
Keç û kurên ku hene li Botan Belkî li tevahiya Kurdistan Her kesê bi ciwanî navdar e Li deftera me bi cih û war e Bi qasî li şar yên xweşik hene Hemî rû bi rû me ew dîtine
Reklam
Agir e evîn ten çiyayê Tûr Dil jî ew dara pir agir û nûr Sîng çiradank e pirîsk çira ye Can zeyta wê ye fitîl cefa ye Dil şûşe ye ew çira di nav e Raz di her alî wê de belav e Ji ser ta piyan ew tev seranser Bi wî agirî şewitîn dilber
Ayrıca, Osmanlı'nın "Kürdü Kürde vurdurma" yöntemide devreye sokulmuş, Hamidiye Alayları'nın benzeri olan "Korucu­luk" sistemi yürürlüge konmuştu. "Ücretli askerligi" andıran bu sistemin korucuları arasında eski sabıkalılar yer alıyordu. Evleri, köyleri ateşe verilenler ise, bunun nedenini, "koruculugu kabul et­medigimiz için" diye açıklıyorlardı.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ankara, isyanı yaratıp besleyen, büyüten sorunları ağzına al­mıyor, dillendirenleri cezalandırarak susturuyor; dönemin Genel­ kurmay Başkanı Doğan Güreş'in "düşük yoğunluklu" dediği sa­vaş için bütün olanakları seferber ediyor, ama kestirmeden gide­rek olayları "terörizm" diye niteliyordu. Bu Osmanlı'dan kalma bir tanımlamaydı. Ama tanımın içinde "nedenler" yoktu. Osmanlı ve devamının dilinde Kürt hare­ ketleri "eşkıyalık"tı. Şimdi, "eşkıya" dünyadaki genel tanıma uy­gun hale getirilmiş ve "terörist" olmuştu. Olaylar da, dış kaynak­lı "terörizm" olmuştu. "Terörü bastırma"nın dışında ise teşhis ve sorunların tedavisi diye bir resmi görüş, plan, program yoktu. Oysa sorunu yaratan ve birbirinin devamı nedenler vardı.
Osmanlıdan beri tek­ rarlanan geleneksel söylem ve alışkanlıkla hareketi, "iç ve dış düşmanların oyunu" diye nitelendiriyor, çözümü yine şiddette arıyordu. Ankara'nın bu dille konuştuğu süreçte, Ferit Melen, Mehmet Ali Birand'a şöyle diyordu: "Işte bugünlere, bu hatalar sonucunda geldik. Kürtlerin istek­leri; adam yerine konmak, insan muamelesi görmek, dayak ye­memek, küçük düşürülmemek ve pastadan pay alabilmek. Kürt sorunu, bizim doğurduğumuz ve şimdi altından kalkamayacak duruma getirdiğimiz bir sorundur."
Reklam
Melen, Mehmet Ali Birand'ın Apo ve PKK adındaki kitabın­ da, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt politikasını şöyle anlatıyordu: "lsyanlar çok kanlı bastırıldı. Ardından da, 1950'lere kadar büyük bir baskı dönemi yaşandı. Jandarma kimseye gözünü açtırmazdı. Oraların her şeyi jandarma onbaşısıydı. Zaten Güney­ doğu Anadolu yasak bölge durumuna düşmüştü. Kimseler giremez, kimseler geçemezdi. Kürtler, sırtları Anadolu'ya dönük yaşarlardı. Doğu geri plan­da kalıyordu. Özellikle eğitim konusunda büyük hata yapıldı. Hiç unutmam, Fevzi Çakmak (Genelkurmay Başkanı) 'Ne oku­lu?' demiş. 'Biz cahiliyle başa çıkamıyoruz. Okumuşuyla hiç baş edemeyiz.' Zaten Türkiye'nin genelinde eğitim zayıftı. Bu bölgeye hiç gel­medi. Devletin söylenmeyen politikası, 'zenginleşmesinler, oku­masınlar' şeklindeydi. Örneğin, askerde yüksek rütbeye pek çı­kartılmazlar, devlet dairelerinde belirli bir düzeyin üstüne kati­yen çıkartılmazlardı. Zira devlet korkardı. Yine en büyük hatamız, Kürtleri sadece susturmak için çaba harcamamızdı. Sürgünler, hapisler, dayak ve baskı... Siyasi partiler, askerin baskısını pek sevmemekle birlikte, göz yumuyorlardı. Zira kendilerinin hiçbir politikaları yoktu. Dev­ letin de bir politikası yoktu. Sadece askerlerin politikaları vardı. O da baskı ve gerektikçe dayak..."
İsmet İnönü’nün “Kılavuz kitapçık", rejisöre fazla iş bırakmayan usta bir yaza­rın senaryosunu andırıyordu. Kitapçıkta yakma işi ayrıntılı biçimde tarif ediliyor ve şöyle deniliyordu: "Damlar, taş ve topraktan ibaret olup, yalnız tavan ve direk­ leri ve ağaç dalları vardır. Bunları yakmak güçtür. Ancak dam üstünden bir kısım toprak atılarak, ağaçlar meydana çıkarılır. Toplanacak odun ve çalılar burada yakılmak suretiyle bina ate­ şe verilir. Kapısından içeriye odunlar yığılarak, ateşleme suretiy­le genişletilir.
Her dema dilber diyar bit Can û dil têk tar û mar bit Dê çi reng muhbet sitar bit? Xefkinn bêfeyde ye!
Çû 'umur im d'vê xiyalê Ma şevek 'idan di salê? Bêm ziyaret zulf û xalê! Roj û şev im ev dûa ye
Çûm tewafa pê yû destan Şubhetê sekran û mestan Ehlê hal û xûbperestan Wan ji 'umr, ev muddea ye
Reklam
Savcı, iddianamede Seid ve arkadaşlarının idamını istiyordu. Fakat TC yasalarına göre, 65 yaşını aşanlar idam edilemiyordu. Nuri Dersimi'nin yazdığına göre, Seid Rıza öldürüldüğünde 75 yaşındaydı. Ama, belgelerde 58 yaşında gösterilerek idam edile­ bilirhale getiriliyordu. Seid Rıza'nın Oğlu Reşik Hüseyin 17 yaşında bile degildi. Tu­tanaklara yaşı 21 diye geçirilecek idam engeli kaldırılıyordu. TC yasalarına göre, kişinin idam edilmesi için 18 yaşını aşması gereki­ yordu.
Seid Rıza, henüz 17 yaşını bitirmemiş Reşik Hüseyin'e ayrıca düşkündü. Onu darağacında asılı görmek istemiyordu. - Beni oğlumdan önce asın, dedi. Yusufanlı Kamer de, "beni oğlumdan önce asın" diyordu. Fakat tersini yaptılar. Babalara, son anlarında evlat acısı ya­şattılar. Seid Abdülkadir ve Şeyh Said'in idamında olduğu gibi, önce oğulları asıp babalara seyrettirdiler.
Nokta dergisi, 1987'de Dersim'i kapak yaparken, ulaşabildi­ği tanıkların anlattıklarına da yer vermişti. Bunlardan biri de Me­nez Akkaya idi. Akkaya, şunları anlatıyordu: "Ben o zaman genç kızdım. Bizim köye askerler birkaç defa gelip gittiler. Bize bir şey yapmadılar. Türkçe bilmedigimiz için ne dediklerini anlamıyorduk. Daha sonra, bir gün yine geldiler. Bütün köy halkını topladılar. Hepimizi değirmen taşının oraya götürdüler. Bize, silahlarınızı toplayıp serbest bırakacagız diyor­lardı. Ama bizi çay kıyısına götürüp kurşunladılar. Biz üç kişi kurtulduk. Ben agaca yapıştım, öyle kurtuldum. Günlerce aç su­suz ölülerin yanında kaldık. Öyle olmuştu ki, korku diye bir şey kalmamıştı."
Sabiha Gökçen, 1937 baharında, devlet töreniyle Dersim'e yolcu edildi. Resmi tarihin yazdığına göre, uğurlama töreninde, Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Başbakan Ismet lnö­nü, Bakanlar Kurulu ve tekmil devlet büyükleri hazır bulundu.
195 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.