Refik Halid Karay’ın Memleket Hikayeleri kitabının “Şeftali Bahçeleri” adlı hikayesindeki Agâh Bey karakteri bana mesleğe yeni başlayan genç-idealist memurları hatırlattı hikayenin sonu ise hepimizin malumu..
Refik Halid Karay, Memleket Hikayeleri, s. (40-51)
Bir kuş öter,dalından bir meyve düşer dalgınlığımdan uyanırdım.
Boğazım kurumuş, içimde bir hasret.
Uyanırdım karşımda şeftali bahçeleri.
O ballı ballı, yarma şeftaliler.
Efendi şeftaliyi soyacaksın; üçünü beşini yanına koyacaksın.
Anadoluyu çok güzel bir üslupla anlatan bir kitap isteseniz Türkçe 'nin tadı ile "Memleket Hikayeleri" derim. Kitapta yazarın 1. Dünya Savaşı yılları gözlemlediği Anadolu halkının yaşantısından derlenen birçok hikaye var.Benim favorim "Şeftali Bahçeleri " oldu...
Irmağa giden yol, kasabadan kurtulunca, göz alabildiğine uzanan sayısız şeftali bahçeleri arasından geçerdi. Haziran içinde bile taşkın dere ayaklarının çamurlu, ıslak tuttuğu bu bölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, kızgın güneş, ağaçların tepelerinde meyveleri pişirirken, rutubetli toprakta birbiri arkasına yoncalar yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı. Suların serinliği, taze ot kokusu, gölgelik ve bereket içinde bahar bu bahçelerde ta kışa kadar uzanıp giderdi.
Uludağ'ın eteklerine yaslanmış yaşlı fakat güzel şehir o zaman bile tevazuya bürünmüş haliyle tarihî kimliğini ve büyüleyici yeşilliğini nerede ise tamamen koruyordu (belki bana öyle gelmişti). Uzaktan, şehri görmeye başladığımız tepeden itibaren çok etkileyici bir manzaraya sahipti. Yakınlaştıkça kendini ve sırlarını açıyor gibiydi. Şehrin eteklerindeki kilometrelerce uzanan o münbit araziler, şeftali bahçeleri henüz plansız zalim sanayinin, hiçbir ölçü tanımayan ve halen devam eden ruhsuz yapılaşmanın, âdeta memleket düşmanı siyasetle bulaşmış belediyeciliğin ve fikir ve estetik yoksunu bürokrasinin tamamen kurbanı olmamıştı.
Sayfa 178 - İsmail Kara, Tanpınar'ın eline su döker..Kitabı okudu
Zevk, safa bu adamları bir deniz gibi, gırtlaklarına kadar sarmıştı, içinde müsterih, sakin bir balık hayatı geçiriyorlar, dün ile meşgul olmuyorlardı.
Toz fırtanalarıyla tarladaki mahsülün mahvolması, yaşanan ekonomik krizle bankaların topraklara el koyması ve bunun sonucu olarak çiftçilerin göçe mecbur olması… Kitapla birlikte bu göç hikayesine şahit oluyoruz.
Joad ailesi bu üst üste gelen felaketler yüzünden memleketlerinden bir otomobili kamyona çevirerek sadece broşürlerde gördükleri güzelliklere aldanarak Kaliforniya’ya varmak üzere zorlu bir yolculuğa çıkarlar. Bu yolculukta Joad ailesiyle birlikte binlerce insanın aç, sefil, ezilmiş ve yorgun yol hikayesine de şahit oluyoruz.
Yolculuk boyunca eksile eksile gider aile. Ana ise gerçekten tam bir Anadolu kadını gibidir. Ellerinden kayıp giden ailesini bir arada tutmak için çabalar durur. Yol boyunca elinde olmadan kayıp gidenler olsa da o hayalini kurdukları yemyeşil bahçelere ve şeftali, portakal bahçeleri arasındaki evlere ulaşmak için tüm aile varını yoğunu ortaya koyar. Ama ailenin çilesi istedikleri yere varınca da bitmez. Göçe mecbur bırakılan halk gittikleri yerin huzurunu kaçırdıkları gerekçesiyle “Okieler” damgasını yiyerek yerli halk tarafından dışlanırlar. O da yetmezmiş gibi temel ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlanırlar. Şehrin içinde dahi iş bulmak umuduyla ordan oraya sürüklenip dururlar. Peki bu zorlu yolculuk ne zaman bitecektir ?
Bu sorunun cevabı yok. Siz kafanızda nerede noktalarsanız veya nasıl bitirmek isterseniz öyle bitiyor kitap. Çünkü kitabın tam anlamıyla alışıldık bir sonu yok. Aileye devamında ne olduğu verilmemiş. Bu durum heyecanla okuduğum kitabın sonunda üzdü beni çünkü büyük bir merak içerisinde kaldım.
Refik Halit'in 'Memleket Hikayeleri' eserinde olan 'Şeftali Bahçeleri' hayatımızda bulunun şeylerin kaleme dökülmüş halidir. Hayatımız da bize bazı şeylere alışmamız için zorlar. Buradaki eserde buna benziyor diyebiliriz. İnsanın dünyadaki seyri. Yozlaşma ya da gelişmek bir nevi hayata alışma,ona ayak uydurmak zorunda olduğumuzu anlatır.