Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.31
Selen
Selen
@selenn0
Türkçe Öğretmeni
958 okur puanı
Ağustos 2018 tarihinde katıldı
Okuma Hedefleri
Ayhan Geçgin ile tanışma kitabım oldu Son Adım. Yazarımız ODTÜ Felsefe mezunu ve bunu satır satır her cümlesinde hissediyorsunuz. Bambaşka bir okuma oldu benim için, hiçbir beklenti ile öneri ile değil sürpriz şekilde elime aldım kitabı okumaya başladım ama beni içine nasıl hapsettiğini size tarif edemem. Anlatılanlar 30lu yaşlarında bekar bir adamın üvey babaannesi ile aynı evde yaşayarak sürdürdüğü hayatı diye tek başlıkta ifade edilse de çokça yarım kalır. Her sayfasından sonra yüreğim sıkıştı, son sayfalara değinmek bile istemiyorum güzel ülkemin karanlık yüzüyle bir kez daha tanıştırdı.
Net bir son veya olay örgüsünde kusursuzluk istiyorsanız sizi tatmin etmeyebilir lakin farklı anlatımı ile merak duygunuzu körükleyecek
Vakit bulduğunuz ilk an bu edebi şölene dahil olmalısınız, okumalısınız.
2023 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü alana kadar Türkçe’ye çevrilmiş eseri bulunmayan Norveçli yazarımızın ödülden sonra 3 kitabı dilimize çevrildi. İlk olarak Sabahtan Akşama kitabını okudum lakin yazarın onlarca sahnelenen oyunu olduğunu ve oyun yazarlığı konusunda önemli başarıları olduğunu gördüğümden beri merakla yeni çevirileri bekliyorum ve yazarı kendi dilinden okuyanlar şanslı diye düşünüyorum.
Yazarın eserleri için yaptığı bir açıklamada ‘’ Benim kitaplarım olay örgüsü için okunmaz.’’ dediğini biliyorum bunun üzerine size kitabın olay örgüsünden bahsetmem yanlış olacak ama biraz konuşalım.
Kitap incecik, basit gibi görünse de sizi düşündürüyor. Kitaba başlıyoruz ve bir doğum anına şahit oluyoruz, bir bebeğin dünyaya gelişi ardındaki heyecanlar ve hisler. Hemen sonra bölüm atlıyoruz ve az önce doğumuna şahit olduğumuz karakterimiz adım adım ölüme yaklaşıyor; koca bir ömür geçirmiş, geride nasıl bir yaşantı bırakmış, neler hissediyor okuyoruz.
Her şey nasıl da dünya üzerinde bizim anlam yüklediğimiz kadar anlamlı? Her nesneye her olguya bizim zihnimiz şekil veriyor ve anlamlı hale getiriyor tane tane bunu işlemiş yazar okurken farklı hissettirecek ve yormayacak diyorum gerisi size kalmış : )
Yılın ilk kitabını böyle üst düzey seçince tüm yıl okuyacağım kitaplar için heyecanlandım. Üst düzey derken beklentiyi yükseltmek istemem ama çok güzel bir kitap okudum. Konusuyla, anlatımıyla, hissettirdikleriyle…
Yazarımız 1950 yılında İstanbul’da doğup çocukluğunu İstanbul ve İmroz’da geçirdikten sonra Yunanistan’a gitmiş. Okurken sürekli aklınızdan şu geçiyor bu yazar kim hem yabancı hem bizi böylesine iyi tanıyor. 1950-1960 yıllarının Türkiye’sini bu sefer farklı birinin ağzından dinlemek beni mest etti. O yıllara dair onca kitap okudum hepsi farklı bir yerden farklı bir gözle anlattı şimdi her birinden bir parça taşıyorum.
Kitapta Yunan asıllı bir aileyi okuyoruz evin kızlarından birinin günlüğü vasıtasıyla okuyoruz hem de. Hem siyasi olaylara şahitlik edip hem masum aşk hikayeleri, çocukluk anıları okumak, bir çocuğun gözünden büyükleri anlamak beni yatıştırdı. Öneriyorum okuyun
Okur Takip Önerileri
Vedat Türkali yine bildiğimiz yerden geliyor, tutkulu bir aşk hikayesi okutuyor bize ama ardında neler saklı. İdeolojik bir çatışmanın ortasında kalıyoruz, siyasi partilerin doğuşu, yıkılışı, kimlik arayışları, ülkemizde yaşanan ayrıştırmanın ilk adımları karmaşık günler…
Kitabın ilk sayfalarında kitap sizi içine çekmiyor, kafanız karışıyor belli bir noktaya kadar ama sonrası çorap söküğü gibi diyebilirim. 70li yaşların sonunda olan kahramanımız Doktor Nahit sürgün edilip yıllarca yaşamını yurt dışında geçirmiş ve artık yasal sorunlar halledilince Türkiye’ye geri dönüyor. Karşısına Esme çıkıyor, ondan yaşça çok küçük 20li yaşlarda olan hayat olarak bambaşka, ideoloji olarak farklı olan bu kıza doktorumuz aşık oluyor.
Aralarındaki aşk bana geçti mi tartışılır ama yazarı okumak zevkliydi. Şimdi zaman kaybetmeden Güven kitabını okumak istiyorum çünkü bu kitabın ilk kısımlarında da bol bol o kitaba atıf vardı, merak ettim.
"Bitmeyen ne var ki? Dünya da bitecek. Güneş bitecek. Yıldızlar bitecek. Kıpkırmızı umudumuz, sevgi yüklü tomurcuk, sen bitmedikçe hiçbir şey bitmeyecek…’’
Andre Gide’in jüri üyesi olarak yer aldığı mahkemelerde görülmüş iki davayı onun kaleminden okuyoruz. İki dava da zamanın çok ötesine taşınıp efsaneleşmiş ve okurken çokça şaşıracağınız olaylar.
İlk olarak annesi tarafından 25 senedir tavan arasında hapsedilen bir kadın haber verilir mektupla başsavcıya sonrasında kurtarılan kadın, ifadeler, yaşananlar… Okurken inanamadım kurgu olmaması beni daha da şaşırttı psikolojik olarak çok şey sorgulattı. Diğer dava ise çalıştığı yerin sahibini ve ailesini gözünü kırpmadan katleden genç bir çocuk. Tüm kanıtlarla, ifadelerle okuyorsunuz yine de kabullenemiyorsunuz bazı şeyleri.
Herkesin sessizliğinden, sakinliğinden bahsettiği bir çocuk nasıl gözünü kırpmadan 2 yaşındaki bebeğe bile kıyabildi mesela insan gerçekten tuhaf bir varlık.
İstanbul’un bir ilçesinden diğer ilçesine gidene kadar yolda okudum bitirdim tek nefeste okunur kaçırmayın!
Aşık oldum bu kitaba, beni bu kadar etkileyen ise kitapta her şeyden az az olmasıydı.
Ne demek istiyorum hemen açıklayayım, öncelikle üç karakter etrafında dönen kitapta üçünün ağzından da kendi düşüncelerini okumak her detaya farklı açıdan bakmak harikaydı böyle olmasaydı eksik olurdu. Onun haricinde yazar müthiş bir dil kullanmış yüzlerce kitabı olsa da okusam istedim. İlk defa böyle bir şey söylüyorum gerçekten cümleleri, anlatımı iyiydi Proust havası vardı desem hem yanlış olur hem doğru siz anlayacaksınız:) Bunların haricinde konu işleyişi bir adam iki kadın üzerinden işlense de alt metin çok sağlamdı. İnsan ilişkileri, kadının toplumdaki yeri, düşünce analizleri, son bölümde çizilen savaş portresiyle beraber şölen tadında bir kitap.
Tek olumsuz yönü ben yavaş okudum normalde okuma hızımı biliyorsunuz ama kitap buna uygun değildi yavaş yavaş okutuyor kendini. Okuyup bu deneyime ortak olmanızı çok isterim hatta kitap listesi hazırlıyorsanız lütfen ekleyin ya da benim gibi kütüphanede arayıp bulun
‘’ Hatıraların tümü acı verir; bazıları yaşandığı için, bazıları da bir daha asla yaşanamayacağı için.’’
Tarık Tufan her kitabını okuduğum, kalemine alışkın olduğum bir yazar değil elimdeki son kitabından önce eminim ki okumam gereken kitapları vardır, bu sebepten eksik kalabilirim eksik bir yorum yapabilirim fakat yazmadan, söylemeden üzerinde konuşmadan edemezdim. Acısıyla yüreğinizi dağlayacak bir Orhan ve kaçıp saklanmak için mi yoksa yol oraya götürdüğü için mi bilinmez gittiği Saklıkuyu’da tanıştığı o sevimli insanların acı hikayeleri beni derinden etkiledi.
Öncelikle, sonrasında yaşananları merak duygunuz kitabı elinizden bırakmanıza engel olacak ardından ise okuduğunuz her satırın altını çizmek isteyeceksiniz. Gerçekle hayal arasında gidip gelecek, Orhan’a bazen kızıp bazen üzüleceksiniz. Umutsuz bir aşka tutulmuş Orhan Firdevs’e karşı en üzücü kısmı karşısındaki kadın da başka bir adama aynı şekilde tutkun.
Hem çevrenizdeki herkese okutmak hem de kendiniz tekrar okumak isteyeceksiniz. Kurgu çok başarılı diyemem, ilginç tesadüfler yaşandı bana çok geçmedi : ) Bazı yorumlarda ise yazarın başka kitaplarına benzerliği hakkında düşünceler vardı o konuda da yorumum yok. Tek tavsiyem her sevdiğim kitapta olduğu gibi: Okuyun..
Üzerine çok yazılan çok söylenilen hatta yazıldığı günden beri pek çok edebiyat otoritesi tarafından gelmiş geçmiş en iyi roman kabul edilen bu dillere destan klasiği sonunda ben de okudum. Her kitabın zamanı olduğunu düşündüğüm gibi Anna Karenina için de doğru zaman bu zamanmış 4 gün gibi kısa bir sürede okuyup bitirdim. Bilerek tatil dönemine getirdim ki bol zamanım olsun kitap elimden hiç düşmesin. Zaten konusunu yediden yetmişe herkesin bildiğini düşündüğüm için size gelişen olaylardan bahsetmek yerine kitap hakkında neler düşündüğümü ifade etmeye çalışacağım.
Kitabın ismi her ne kadar Anna Karenina olsa da birçok kişinin hikayesini derinlemesine okuyoruz. Hatta Levin karakterine Anna’dan daha fazla yer verilmiş diyebilirim bu noktada çok şaşırdım. Anna ve Vronski hakkında daha çok detay okumak isterdim. Her karakteri en ince detayına kadar okuduğumuz eserde hepsinin duygu durumlarını, iç dünyalarını inceleme şansına sahip oluyoruz. Hem toplumsal hem psikolojik anlamda dolu dolu bir eser olduğu aşikar. Levin karakteri hakkında sayfaları okurken köylü efendi kavramlarını, toplumsal sınıfları, din olgusunu, aşkı, evliliği her detayıyla görüyoruz.
Sayfa sayfası sebebiyle gözü korkan varsa göreceksiniz başladığınız gibi bitecek önemli olan zaman ayırabilmek. Dili, anlatımı muhteşem, zaten Tolstoy’a laf söylemek bana düşmez. İyi okumalar diliyorum.
‘’Fars dilinde yazılmış en büyük roman’’ yorumlarını gördüğümde kitap hakkında merakım tavan durumdaydı. Çok pahalı olmasından kaynaklı kitabı bir kütüphaneden ödünç alarak okudum iyi ki öyle yapmışım çünkü kitaplığımda kalsa her gördüğümde sinirlenecektim.
Seyit Miran ne utanmaz adamsın diyeceğim ama yaşadığınız toplumun tamamı sana benzediği için sana tek başına kızmıyorum. Ahu hanım Seyit Miran’ın maalesef ki karısı, kitabın başından sonuna bu adamın evde karısı dururken başka bir kadına olan aşkını okuyoruz. Kitabın olay örgüsü beni çıldırtmış olabilir lakin eserin kalitesine diyecek sözüm yok. Tüm toplumu böylesine detaylandırarak anlatan yazar, karı koca ilişkisinden toplumdaki her bireyin düşüncesini müthiş tasvirlerle sunmuş bizlere. Fazla uzatılmış olabilir ama konu bütünlüğü hiç kopmamış.
Önerip önermemek konusunda yorumsuz kalıyorum ben diyeceğimi dedim gerisi size kalmış.
‘’Hayır, uyuşturucu kullanmıyorum, kitapları kullanıyorum.’’
Malina!!! Çok farklı bir okuma oldu benim için hem zor hem anlamlı hem de düşündürücü. Malina tek bir kalıba sığdırılacak kitap değil ama mutlak aşkın romanı diyebiliriz, iki kişinin duygularının çok çok üzerinde, iç dünya yoğunluğu ile yaşanabilen bir roman. Farklı bir yapıya sahip romanımız Bachmann tarafından da onaylanmış kendisine sorulan bir soruya verdiği yanıtta, bir romanın değişik biçimlerde, değişik yorumlarla okunabileceğini, bu durumun Malina için de geçerli olduğunu belirtmiştir. Bu sebepten okurken sizi zorlayabilir çünkü kurgusu akıp giden bir kitap değil tamamen anlatıcının iç monologlarıyla yazılmış bir kitap.
Yeri geliyor anlatıcının iki adam arasında kalışını yeri geliyor baba sevgisini okuyoruz. Kitabın ilk bölümünde Ivan ile olan ilişkisini bir tarafın ilişkide nasıl çaresiz kaldığını, ikinci bölümünde oldukça zorlanarak anlatıcının bilinçaltında dönen olaylarla sürükleniyoruz. Son bölüm ise tam bir vurgun yaşatıyor.
‘’ Ivan’da yaşadım Malina’da ölüyorum’’ diyen yazar son sözüyle hepimizi yaralıyor.
‘’Beni yerleştirdiğin yerde soluk alamam, lütfen o denli yükseklere koyma beni, kimseyi havanın inceldiği yerlere taşıma!’’
İşte bana bir günde 400 sayfa okutan o kitap ve yazarı.
Bu kadar hızlı okuyabilmiş olmamın sebebi benim okuma kabiliyetim değil, yazarın üslubunun oldukça akıcı oluşu ve hikayenin sizi içine çekiyor oluşu.
Kitabın kapağında yazdığı gibi; devlet, mafya, siyaset üçgeninde bir genelev patroniçesi Matilt Manukyan’ın öldürülüşü ve bir gazetecinin tanık olduğu gerçekler. Unutulmaz film karakterleri olarak seçilmiş, Holly, Lili ve Iris kitabın ana karakteri tarafından canlandırılıyor. 70’li yıllar Türkiye’sini okuyoruz, her yer çalkantılı, bununla beraber gazeteci bir beyfendinin bir anda hayatına dahil olan insanları sonrasında yaşadıklarını okuyoruz. Ülkemizin geçmiş yıllarında yaşanan siyasi sorunlarını, basın dünyasını yüzeysel olarak da olsa okumak zevkliydi. Bir çırpıda okuyup bitireceğinize eminim. Aslında ben ne okuyacağımı bilmeden, kitabın isminde detaylara bile dikkat etmeden okumaya başladığım için benim için şaşırtıcı bir okuma oldu. Sizler ne hissedersiniz bilmem, son günlerde üst üste Osman Balcıgil okumaları yaptım fakat En Hüzünlü Eylül ve bu kitabıyla zirvede bırakmayı düşünüyorum.
Ben bu yazara bayılıyorum!!
Köle devrimi, iç savaş müthiş etkileyici bir hikaye.
Köleliğin insanlık dışı vahşiliğini böylesine tasvirler ile okumak sizi yer yer üzecek olsa da, dediğim gibi etkileyiciliği ve sürükleyiciliği ile bir solukta okutacak kendini.
Tete bir Fransız varisi için satın alınır asıl amaç köleyi kız arkadaşı Eugenia için satın almak olsa da sonradan toprak sahibi köleye bağımlı hale gelir. Aklı fikri özgürlüğüne kavuşmak olan Tete’yi okurken onun içindeki inanca ve çevresinde yaşanan tüm çetrefilli oyunlara şahit olacaksınız. Yazarın Ruhlar Evi çok meşhur her okuyan seviyor bu kitabı biraz daha geride kalmış şans verin derim.
“O dönemde ona gücenmiştim. Başımı suyun üstünde tutmak için çırpındığım bir sırada elimi bırakıyor hissine kapılmıştım. Onun için de çok kötü tepki verdim. Uçuruma yavaş yavaş kayacağım yerde, yuvarlandım.”
Eser, Lübnan’da doğan sonra Fransa’ya giderek direniş hareketlerinde görev alan tekrar Lübnan’a dönen ve kahraman olarak karşılanan bir kişinin öyküsüdür. Hayatına dair her şeyi sokakta ona rastlayan ve hikayesini dinlemek istediğini söyleyen birine anlatmasıyla başlar.
Bu hikaye başkahraman Kitabdar’ın ağzından 9 bölümde yani 4 günde anlatılır. Bol bol Doğu-Batı çatışmasına şahit olduğumuz kitapta din, inançlar, aşk, dostluk, aile, ayrılık, öfke, aidiyet, Türk-Ermeni ilişkileri, Arap-İsrail ilişkileri her şeyden biraz var.
Kesinlikle yazarın okuyucuyu asla yormadığını, çok kolay sıkılmadan rahat şekilde okuyacağınızı düşünüyorum.
"Hafızası insanın düşmanıdır," dedi aynı gece. "Unuttum, kurtuldum sanırsın ama öyle bir şey yok. Yaşanmıştan kurtulmak yok. Toprağa girene kadar takip eder seni olmuş olan."
Kitabın ismi bile bağırıyor değil mi? Ağrılı, sancılı, üzücü bir metin okuyacaksın hazır mısın diyor bize. Hüzünlü bir metin okuyacağımı biliyordum ama Mürşit’in yükü yer yer bana bile ağır geldi. Bazen bir Türk sinemasının içinde gibi hissettim bazen mahalle arasında olanı biteni gözlemliyor gibi hissettim. Ayfer Tunç’un kalemine yapılan övgülere bir kez daha hak verdim.
Birbirimize bizi yaklaştıran acılarımız olur, mutluluğu paylaşmak kolaydır lakin acıyı paylaşmak bambaşkadır. Bu kitabı okurken etkilenmemeye çalışsanız bile bunca mutsuzluk bunca dünya ağrısı üzerinize binip kalıyor. Aman dikkat doğru zamanda okumayı unutmayın.
Doğar doğmaz ölüme terk edilen bir bebek, kimse tarafından istenmeyen herkesçe sırt çevrilen bir bebek Grenouille. Karakterimizin doğumundan itibaren yolunda gitmeyen hayatına şahit oluyoruz onun adım adım nasıl bir katile evrildiğini, işlediği cinayetleri, kendini bulma uğruna yaşadığı savaşı.
‘’Yaşamaya sırf inat sırf kötülük olsun diye karar vermişti.’’ Kahramanımızın en büyük özelliği tüm kokuları algılayabilmesi lakin kendisinin kokmamasıdır. Sevilmeyen, istenmeyen, dışlanan Grenouille ayırt edebildiği her kokuya sahip olma hırsına yakalanınca işlenen cinayetler kaçınılmaz olmuştur.
Çok uzun süre merak ettiğim ama sırf beyaz baskı için beklettiğim bu kitaba sonunda kavuştum, okumadan önce çok çok büyütmüştüm gözümde zaten hangi kitaba beklentim tavan olsa istediğimi alamıyorum güzeldi fakat 10/10 değil 9/10du : )
