Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak
~•~
Elimin ayâsında, nazargâh-i ilâhi gülüşlerin....
Duâda kalıyor bu yüzden kalem tutmaz ellerim...
Kaşların mihrâbım oldu, gözlerin kıblegâhım..
Sesin gelir Tur-u Sînâ’dan, hem de salkım salkım...
Korkutuyor beni gözlerindeki uçurumlar...
Bıçak yarası gibi sensiz uyanacağım sabahlar...
Ben sana âşığım yetim çocuklar gibi...!
Yusuf’un düştüğü kuyudayım ...!
Nerdesin..?
Ey rûhumun gümrah sesi.....
~•~
~•~
Sevgilisi ölse bile, hattâ kayıplara karışsa da veyâ aslâ geri dönmese de; O, hep onu bekler. O’nu arar. O’na tutulmuş bir yürek hâlinde kendini tüketerek yaşar.
~•~
Eflâkî'ye göre Karatay Medresesi'nin inşası bittiği zaman bu medresede yapılan bir ulema toplantısında Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî ile beraber bulunmuş.
Kendisine "Baş köşe neresidir?" diye sormuşlar, Mevlânâ da "Aşk adamı için baş köşe sevgilisinin kucağıdır" diyerek bulunduğu yerden kalkmış ve Şems'in girer girmez çömeldiği kapı dibine geçip yanına oturmuş. Şems, kalabalıktan, ön safta görünmekten fazla hoşlanmazmış. Eflâkî, Şems'in şöhretinin o gün başladığını söyler.
Karatay Medresesi'nin 1245'de bittiği düşünülürse bu rivayetin doğru olduğundan şüphe edilebilir; yahut da mevzuu bahsolan şahıs, Mevlânâ'nın Şems'ten sonra dostluğa seçtiği Salâhaddin Çelebi'dir.