Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın
Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın
Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi
Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi
Dünyaya kıyısı olmayan bir yer
Gelirken gördüğün her şeyden uzak
Mahremin elinden henüz çıkmamış
Ne güzel gülüyor, yardım almadan
Otursan yanına, ağlasan biraz.
İnsanlar değişmiş, diyorlar yeni
Yaşanan ne varsa aslında eski.
Güneşsiz kalmak, solgun ve uzun
Geceler boyunca ki günler kısa
Gözünü açmıştın, yanmıştı, nasıl.
Herkes yatınca senin de uykun gelir
Ölmek belki de böyle bir şeydir,
Ömür bittikten sonra kalan malzeme
Verirler onları, bilmezsin, kime?
Sulardan geçmeye etsinler devam.
Sevincin aklına gelmeyen adın
Dışarda baharlar,serin sabahlar
Yorgun olursun, uyanamazsın.
Zorluğun ardında kadim kapılar
Yakışmış derler, dememek için.
BİLEMİYORUM
Bilemiyorum yıllardır neredeyim?
Hergün yediğim ekmek, susayıp içtiğim su,
Kolundan tutup gitmek istediğim kadın,
Yaşamak kaygısı, gök hasreti, ölüm korkusu,
Ve Rabbim senin adın!
Yıllar var ki içindeyim hayatın.
Anıyorum gençliğimi, özlüyorum çocukluğumu,
Fakat bilemiyorum yarını.
Bilemiyorum Rabbim, maksadını, kararını.
Hepimiz işte dünyadayız,
Yataktaki hastamız, topraktakı ölümüz;
Neyiz, ne olacağız?
Birşey bilmiyorum... Nefes almaktayım yalnız.
Rabbim! beni yaratmışsın,
İnsan şeklinde görünüyorum,
Terlerim yazın, üşürüm kışın,
Düşünüyorum, düşünüyorum...
ZİYA OSMAN SABA
Bir an kayboldun gibi. Yaşadım kıyameti
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti
Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma
Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından
Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından
Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde
Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde
Bir ışık bir kelebek biraz çiçek