Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

serhat

serhat
@serhatld_
tarih/felsefe/sosyoloji
Makine Mühendisi
Üniversite
Bursa
6 Temmuz
32 okur puanı
Ocak 2020 tarihinde katıldı
Devlet-Halk İlişkileri
" Böylece, "başta padişah olmak üzere devlet yönetimi yetkilileri, gerekli gördüklerinde devletin kurallarını ve hukuku bir yana atıp eşkıyaya karşı daha güçlü bir eşkıya yöntemi ile hareket etmekten geri kalmıyordu". Keyfiliğin asıl kurbanıysa yine masum reaya kitlesiydi. "
Sayfa 30 - Yapı Kredi Yayınları
Reklam
Süleyman
"17. yüzyılda yaşamış olan Koçi Bey, Sultan Murat'a sunulmuş "Risale”sinde, çöküntü nedenlerini Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar dayatır. Koçi Bey'e göre; padişahların Divan-ı Hümâyun' a bizzat katılıp devlet işleriyle ilgilenmeleri, herkesin engelsiz Sultan'ın huzuruna çıkıp derdini anlatabilmesi, asker-sivil devlet ileri gelenlerinin, özellikle şeyhülislam ve kadıların olur-olmaz nedenlerle görevlerinden alınamamaları, haklarında esaslı suçlama nedenleri yoksa mahkûm edilememeleri gibi olumlu ilkelerden, Kanuni devrinde uzaklaşılmaya başlanmıştır. Bunu daha Sonraları, has, tımar ve zeametlerin, toprağı gerçekten işleyecek ve asker besleyecek olanlara değil, İstanbul ve saray çevresindeki asalaklara verilmesi, vergilerin artırılması, reayanm yoksullaştırılması, vergilerin alınabilmesi için baskı yöntemlerine başvurulması, adaletin yerini rüşvet ve zulmün alması gibi bozulmalar izler. Koçi Bey'den alınan aşağıdaki satırlar, zulmün artması ile Osmanlı devlet sisteminin çöküşü ve "hakkaniyet çemberi” nin kırılması arasındaki bağı berrak bir şekilde ortaya koymaktadır: "Velhasıl, Osmanlı saltanatının şevket ve kudreti asker ile, askırin ayakta durması hazine iledir. Hazinenin geliri ise reaya iledir. Reayanın ayakta durması adalet iledir. Şimdi âlem harap, reaya perişan, hazine noksan üzere.... Kılıç erbabı bu halde.. "
Sayfa 27 - Yapı Kredi Yayınları
Kulunuzdan Gayrısı İttihatçıdır
" Şemsi Paşa'nın öldürülmesi Abdülhamid üzerinde büyük bir tesir uyandırıyor ve Selanik ve civarının ordu müfettişi olan Hüseyin Hilmi Paşa'ya soruyor: " Kimdir bu İttihatçılar? " Hüseyin Hilmi Paşa'nın cevabı çok ilginç: "Kulunuzdan gayrısı İttihatçıdır."
Sayfa 53 - İnkilapKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
ITC İdeolojisi
"Ziya Gökalp mesela, fırkanın ideoloğuydu. Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak adlı kitabında İttihat ve Terakki'nin ideolojisini yazmıştır. Bunu Türkçülüğün Esasları takip eder. Doğru Yol İse Cumhuriyet Halk Partisi'nin programının izahıdır. Yusuf Akçura da Türkçülüğü savunuyor, ama İttihat ve Terakki ona fazla yüz vermemiş."
Sayfa 92 - İnkilapKitabı okudu
İstibdatın Dünü
" Erol Şadi Erdinç: Evet. İstibdat yönetimi şu esasa dayanırdı: İktidar hedef alınmasın, yönetim II. Abdülhamid'de kalsın. Ama yönetime ortak İstemiyor. Bu istibdadı yüksekokul öğrencileri arasında eleştirenler var. Günün birinde dört tane Gülhane Askerî Tıp Akademisi öğrencisi, odun yığınının üzerinde oturmuş sohbet ediyorlar. İbrahim Temo'nun hatıralarına göre, bir cemiyet kurmak düşüncesindeler, ama dört kişinin kurduğu cemiyetten ne olur diye de endişeleniyorlar. O zaman da, Yunan Filiki Eteriya cemiyetinin üç kişi tarafından kurulmasını örnek gösteriyorlar. İlbey Ortaylı: Bak, Balkan kökenli örgütü örnek gösteriyor! Ne kadar enteresan. Erol Şadi Erdinç: Derken bir cemiyet kuruyorlar: İttihad-ı Osmani. İlber Ortaylı: Çünkü değişik milletlerden geliyor hepsi. "
Sayfa 35 - İnkilapKitabı okudu
Reklam
" Alper Çeker: Kimdir bu öğrenciler? Erol Şadi Erdinç: İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, İshak Sükutu ve Mehmed Reşid. "
" O zaman bir soru ortaya çıkıyor: Bu memlekette bir iletişim ağı ve örgütlenmesi olan kimdir, diye sorduğunuz zaman karşınıza İttihat ve Terakki Cemiyeti çıkıyor. Yunan ayaklanması Odessa'da Filiki Eteriya'yı kurmuş; Bulgarların birtakım komiteleri var, bunlar Osmanlı imparatorluğu'na anayasa önermişler. Bütün bunlar olurken, bizde oldukça geciken bir örgütlenme söz konusu. İmparatorluğun ana unsuru olan Türklerin siyasi muhalif örgütlenmesi en son geliyor. Ve dikkatimizi çeken bir şey daha var, o da bunun Batı'daki partiler gibi olmaması. Bu çok önemli. İttihat ve Terakki'nin modeli Balkan tipidir, der Tarık Zafer Tunaya. "
Sayfa 27 - İnkilapKitabı okudu
Öldürülen Aykırılığın Ardındaki Mutluluk
"Hepsi güzelleşmiş, olgunlaşmış gibiydiler, herkes biraz üzüntü duyuyordu ama aslında hepsi mutluydu."
Felsefe ile din arasındaki bağdaşmazlık nerden ileri geliyor?
"Herhangi bir dini benimseyen kişi evren ve insanoğlunun yaşamı konusunda belli bir takım görüş ve yargıları kabul etmiş bunlara inanmış bir kimsedir. Başka bir deyişle doğruluğun kendisine verilmiş olduğunu ve kendisinin doğruyu bildiğini sanan kimsedir. İnançlı kişi, evreni insanoğlunun yaşamını ve yazgısını dinde belirtilmiş temel yargılar ve açıklamalar, yani dogmalar açısından gören onlara göre tasarlayıp düşünen ve değerlendiren kimsedir.
Sayfa 15
"Bunun yerine realizm dışı görüşü savunanların Tanrı'ya inanmaktan anladıkları, kendilerini belirli bir dizi ahlaki ve tinsel değerlere adamak ve din dilini bu değerleri temsil etmekte özellikle güçlü bir yol sağladığıdır. Realizm dışı görüşü savunanların en tanınmışlarından biri olan Don Cupitt'in (1934-) deyişiyle "Tanrı'dan söz etmek, yönelmemiz ve erişmemiz gereken ahlaki ve tinsel değerlerden söz etmektir.""
Reklam
Salt Şeriat Devleti Değil
"Fâtih, kendisinden önce mevcut bulunan devlet teşkilâtını ve teşrifâtı, bazı ilâvelerle bir kanûnnâme halinde tespit etmiş, yeni duruma göre bu müesseselere kesin şeklini vermiştir. Şunu da belirtmek yerinde olur ki, esasen İslâmî anlayışa yabancı olan bu davranış, yani sivil bir kanûnnâme ilânı, Türk yasa ve töre devlet geleneğine bağlıdır. İmparatorluk kuran Türk ve Mogol hakanları, kendi yasa veya törelerini tespit ve ilân ederlerdi. Devlete töre vermek, onların en önemli egemenlik haklarından sayılırdı. İslâm dünyasına girince Türk hükümdarları, siyaset ve idarede nizam koyma hususunda mutlak yetkilerini bırakmadılar. Böylece Şerîat yanında yalnız hükümdarın iradesinden doğan bir hukuk, örfî kanûnlar meydana çıktı ve kanûn alanı gittikçe genişledi. İslâmî anlamda asıl kanûn, daima Şerîattı fakat bunun yanında kanün adıyla çıkarılan kurallar, bugünkü anlamda nizam ve tanzimler şeklinde yorumlanmıştır."
Sayfa 119Kitabı okudu
Roma İmparatorluğu ve Fatih, Kayser-i Rum
"İstanbul fethiyle beraber Fâtih üçüncü bir geleneği de benimsemiştir. Gerek Türk gerekse Bizans geleneğine göre, hanlığın veya imparatorluğun merkezine fiilen sahip olan kişi, imparatorluğun haklı sahibidir. Fâtih, İstanbul'u aldıktan sonra kendisini Roma İmparatorluğu'nun tek meşrü vârisi saydı. Fâtih'in, Rum ve İtalyan nedimlerine eski tarihleri okutarak bu kavram hakkında fikir edindiğini biliyoruz. G. Trapezuntios Fâtih'e şöyle hitap ediyordu: “Kimse şüphe etmez ki, sen Romalılar İmparatoru'sun. İmpararorluk. merkezini hukuken elinde tutan kimse İmparatordur ve Roma İmparatorluğu'nun merkezi de İstanbul'dur.” ... İlk hedefinin Roma İmparatorluğu'nu kendi hükmü altında yeniden canlandırmak olduğu, onun fetih planlarından açıkça bellidir. İlkin Bizans tahtına hak iddia edebilecek bütün hanedanları ortadan kaldırdı."
Sayfa 111Kitabı okudu
Cihad ve Timur
İslâm Gazîleri” tekbîr ile saldırırken "ra'd ve mancânîk ve 'arrâde” kalenin burç ve surlarını “paramparça etti”. Bu arada Yazdî, Timur'un gâzî sıfatını belirtmeye özenir; “Sâhib-kirân-i müeyyed-i dîndâr” her an “mücâhidleri" izlemiş, kale içinde binalar yerle bir olmuş; gelen Haçlı gemilerindeki asker bu hali hayretle görerek kaleye yardım yetiştirememişlerdi; kuşatma iki hafta sürdü. İzmirliler kuşatmayı “hayranlıkla" izlediler. Timur, “cihâda” devam etmek ve düşmanın tekrar gelip kaleyi onarmalarını önlemek üzere İzmir Müslümanlarına silâh verdi.
71 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.