Ah, şu kaskatı vücut erise, dağılsa, çiğ tanesine dönse! Yarabbi, Yarabbi! Bu dünyanın her hali bana ne kadar bitmiş; bozulmuş, ne kadar tatsız, boş geliyor. Yazık ona, yazık! Yolunmayan otlar tohuma kaçmış bir bahçeyi andırıyor. Tabiatta ne kadar yabani, zararlı şey varsa içini sade onlar bürümüş. Böyle olacaktı ha! Öleli daha iki ay geçti. Yok, okadar bile değil, iki ay bile değil. Hem öyle mükemmel bir hükümdardı ki, bunun yanında, Satyr'in yanına Hyperion gelmiş durmuş sanılırdı. Hem annemi öyle severdi ki rüzgarların yüzüne hızla değmesine bile razı olmazdı. Ey gökler, ey yer! Hatırlamasam olmaz mı? Doydukça iştahı artıyormuş gibi kollarını babamın boynundan ayırmazdı. Sonra bir ay içinde... düşünmeyeyim daha iyi. Ey ruh düşkünlüğü, senin adın kadın olmalı! Bir aycağız... zavallı babamın ölüsünün ardından, Niobe gibi gözyaşı içinde giderken giydiği ayakkabıları bile eskimeden... O kadın, evet aynı kadın... Allah'ım! Muhakemeden nasibi olmayan bir hayvan bile daha uzun zaman acınırdı... Amcamla evlendi, babamın kardeşiyle. Ama ben Herakles'e ne kadar benzemiyorsam, o da babama o kadar benzemez. Bir ay içinde. Sahte gözyaşlarının tuzundan yanan gözlerinin daha kızıllığı geçmeden evlendi. Ah! Bu kadar ateşle haram döşeğine koşmak ne suçlu bir seğirtiş! Bu işin ne başında hayır var, ne sonu hayır çıkar. Ama benim içim parçalanacak çünkü dilimi tutmaya mecburum.