Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Liberalizmin aşırı gelir dengesizliği oluşturup, burjuvaziyi yükseltmesi
Tarihsel olarak bakıldığında, liberal demokratik hukuk devleti, üstüne ne kadar “evrensel insan hakları” türünden cilalar çekilmiş olursa olsun, uygulamada burjuvazinin ekonomik konumunu güçlendirmek, mülkiyeti güvence altına alıp onu süreklileştirmek gibi bir işlev yüklenmiştir.
Liberalizmin ekonomik yüzü ile, hukuksal yüzünün birbirleriyle çelişmesi
Ekonomide sınıfları, aşırı gelir dengesizliğini, bir sosyal sınıfın diğer sosyal sınıf karşısında üstünlüğünü, insanlar arasındaki eşitsizliğin doğal sonucu olarak gören natüralist tavırlı bu fiili liberalizm, hukuk alanında “hukuksal liberalizm” doğrultusunda bir formel eşitliği gözetmeye (hiç olmazsa görünüşte) ne kadar gayret ederse etsin, kendisinin sebep olduğu ekonomik ve sosyal eşitsizliklerden kaynaklanan toplumsal sorunların ve huzursuzlukların üstesinden gelememiştir, gelemez. O böyle bir gayreti, ancak bu sorun ve huzursuzlukların kendi egemenliğini tehdit etmesi karşısında ve sınırlı bir şekilde göstermiş, ekonomik ve sosyal iyileştirmelere bu tehdidin büyüklüğü oranında kerhen başvurmuştur.
Reklam
Ekonomik liberalizm
Ekonomik liberalizm, insanların beden ve yetenek yönünden eşit olmadıklarını, insanlar arasında zekâ ve beceri farklılıkları olduğunu, yetenekli ve beceriklilerin bu yetenek ve becerilerini özgürce sergilemeleri, serbestçe mülk ve kapital sahibi olup yatırım yapmaları gerektiğini, toplumların da esasen bunların “özgür girişimcilik”leri sayesinde gelişebildiklerini öğretir.
Yeni Çağda devletin hukuksal yapısının değişmesi
Devlete, devlet olmanın en önemli işlevi olarak, artık, insanların özgürlüklerini ve doğuştan olduğu ileri sürülen haklarını göz önünde tutmak ve korumak zorunda olan bir “hukuk devleti” olma işlevi, bir bekçi devlet olma görevi yüklenmiştir (4 Temmuz 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, 1787 Amerikan Anayasası). Yani hukuk, bireyi devlete karşı taraf kabul etmektedir ki bu, ifadesini sivil toplum-devlet ayrımında bulmuştur. Artık devlet, hukuku yapan fakat yaptığı hukukla kendisini de sınırlandıran devlet olmalıydı.
İran Medeniyeti ve Başka İslâm Memleketlerine Te’siri
Fransızca “katil,mânasında olan assasin sözü,Arapça “haşhaş kullananlar,mânasında olan haşişiyyûn sözünden bozmadır.
Osmanlı hukukunun Romadan etkilenmesi
Osmanlılar da, kendi hukuklarını üretirken, İslamdan olduğu kadar, artık yaklaşık bin yıllık bir geleneği olan Justinianus Kodeksi’nden de yararlanmayı ihmal etmediler. Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman’ın ünlü kanunnameleri, tıpkı Roma’da olduğu gibi, çok hukukluluğun üstünde bir çeşit üst-hukuk işlevi gördüler.
Reklam
Devlet ve Hukukun Kaynağı
Toplumlaşmayla birlikte, tarımsal “artı ürün” veya “ekonomik artık”ın paylaşımı ve topluluğun kendisini koruma ve yönetme gereği, askerlik, rahiplik, zanaatkârlık, tüccarlık, yöneticilik vb. mesleklerin ortaya çıkmasını ve böylece yöneten-yönetilen ayrımını yaratmıştır.
Özgürlük, kişinin kendi kendisini belirlemesi, denetlemesi, yönlendirmesi ve düzenlemesi halidir. Buna göre ahlaksal yönden özgür olan insan kendisini dış baskı, etki ya da zorlamalardan bağımsız olarak, kendi ideallerine, motiflerine ve isteklerine göre yönlendirebilen insandır. Kişinin başkalarının buyruk ve isteklerine göre değil de kendi isteklerine göre davranabilmesi onun özgür olduğunu gösterir. Özgürlük, insanın kendi tercihlerine, akla dayalı kararlarına, iradesinin buyruklarına göre eyleyebilmesidir.
Eşitlik?
Çok formel ve yaygın bir tanımına göre eşitlik, ahlaksal ve genellikle toplumsal bir ideal olarak, insanların birbirleriyle, aynı insan doğasına sahip olmak bakımından, aynı konum ve değerde olmaları halidir. İlke olarak eşitlik, insanların birbirleriyle eşdeğer olduklarını, bundan dolayı insanlar arasında ayrım gözetilmemesi gerektiğini dile getirir. Ne var ki bu eşitlik tanımı, genel ve olanı değil, olması gerekeni ifade eden bir tanımdır. Buna karşılık özellikle ilke olarak eşitlik, tarih içerisinde değişik dönemlerde değişik anlam içerikleriyle karşımıza çıkar.
İki zıt istikamete doğru çatallanan İslâm felsefesinin akılcı ve tabiatçı kolu daha ziyade Hıristiyan garp, imancı ve ilâhiyatçı kolu da daha ziyade İslâm şark üstünde tesirini devam ettirir. Burada oldukça garip bir çaprazlama ve bir tesir mübadelesi göze çarpar. Hıristiyan garp, akılcı ve tabiatçı düşünceyi İslâm şarktan almış ve İslâm şark da imancı ve ilâhiyatçı düşüncesinde Hıristiyanlığın tesiri altında kalmıştır. Nitekim İslâm dini de kitabında rasyonalist (akılcı) bir ruh sahibi olduğu halde sonradan mistik bir düşünce doğurmuş. Hıristiyanlık da kitabında mistik bir ruh sahibi olduğu halde sonradan akılcı ve tabiatçı bir medeniyet ortaya çıkarmıştır
Reklam
Hukuk felsefesi, hemen her zaman, en temel öncüllerini ahlak felsefesinden almıştır, almak zorundadır. Bir hukuk normu, her durumda ve öncelikle bir ahlaksallık taşır.
Hukuk kurallarını ahlak kurallarından ayıran en önemli yön, hukuk kurallarının devlet (veya yaptırımcı grup) gücüyle sağlanmış bir yaptırımının bulunmasıdır.
Önsöz
Toplumdaki "itibarsız" kesimleri konu alan çalışmalar yapmak, akademik ve politik kimlikleri bir arada taşımayı "uygunsuz" bulan siyaset ve akademya mensuplarını rahatsız eder. ...akademik ve politik kimlikler birlikteliği bir uygunsuzluk değil, bilakis özgürlüğe erişen ve onu yaratan bir olanak anlamına gelir.
Sayfa 9 - İletişim YayınlarıKitabı okuyor
Tekil insanı ahlaksal yönden birey kılan en önemli yön, bu alanda mümkün olduğu kadar çok seçim ve tercihte bulunabilmesi, eylemlerini bu seçim ve tercihlere göre yönlendirebilmesidir. Fakat bu alan ne kadar geniş olursa olsun, tekil insanı, tüm seçim ve tercihlerini sadece kendisinden hareketle, otokton bir halde gerçekleştiren bir “salt birey” yapmaya yetmez. Böyle bir “salt birey” yoktur, olamaz.
Görünüşte evrenselci ve evrensel bilimci olanlar, hele siyasetçiler, gerçekte bu evrenselciliklerini ve evrensel bilimciliklerini kendi uluslarının, devletlerinin siyasal amaç ve tutkularının gerçekleştirilmesinde bir araç olarak kullanırlar. Başka bir ifadeyle, “evrenselcilik” sözcüğü, siyasal söylem içerisinde, lügat anlamıyla değil, bir devletin veya devletler topluluğunun sosyoekonomik düzeninin ve fikriyatının dünyaya kabul ettirilmesinde başvurulan bir taktik sözcük, çıkar ve dayatmaların üstüne çekilen bir cila, bir örtü olarak kavranmalıdır.
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.