"Bir üye de özlü görüşünü ön sıralara doğru yürüyerek açıklıyor:
- Allah belânı versin, komünist, yeşil komünist.
Sayın üye, söverken, görüldüğü üzere önce lâiklik ilkesine aykırı davranıyor; işe "Allah belânı versin" diye "Allah'ı" karıştırıyor. Bir de ideolojik renk buluyor: Yeşil.
"Viyana hayatın tadının çıkarıldığı bir kentti, yaşamın yontulmamış hammaddesine sanat ve aşk, incelik ve zarafet ve kibarlık katan şey kültürden başka ne olabilirdi ki? Bu kentin insanları yeme içme konusunda ağzının tadını bilirdi, kaliteli şaraplara, taze ve keskin biralara, hamur tatlıları ve pastalara çok meraklıydılar. Müzik yapmak, dans etmek, tiyatro yapmak, sohbet etmek, kibar ve saygılı davranmak gibi konulara bu kentte özel bir sanat biçimi gibi özen gösterilirdi. Bireylerin yaşamında olduğu gibi toplum yaşamında da askerlik, siyaset ve ticaretle ilgili konular pek öne çıkmıyordu…başbakan ya da ülkenin en zengin soylusu Viyana sokaklarından geçerken kimse dönüp ona bakmaz ama bir saray tiyatrosu oyuncusunu ya da bir opera sanatçısını bütün satıcı ve faytoncular hemen tanırdı. Çocukken onlardan birinin (onların resimlerini ve imzalarını herkes toplardı) yanımızdan geçtiğini görünce, bundan gururla söz ederdik; onlara duyulan bu taparcasına hayranlık, çevresindekileri de kapsayacak kadar ileri gitmişti".
Hz. Peygamber'in vefatından önce, kendisinden sonra yerine geçecek zat ve onun seçilişi konusunda herhangi bir beyanda bulunmaması da İslâm'ın ilk ve aslî amacının devlet olmadığını, devletin din işi olmaktan çok dünya işi olduğunu gösterir.
Hitler'in programı, Hannah Arendt'in sözleriyle "Mevcut siyaset pazarının ortasına yeni bir sentez" atarak, daha öncesinde sağ ve sol siyasetin markaları haline gelmiş olan "Alman" ve "işçi" kavramlarını birleştirdi ve "bütün diğer partilerin siyasi içeriklerini elinden almış oldu."
"Bir de sövgü yerine tarımsal terminolojiyi seçenler var.
"Ahlaksız herif, yazık, sana yazık" gibi dalaşmalar sırasında, bir zamanlar Tarım Bakanlığı yapmış bulunan bir üyeye başka bir üye sesleniyor:
- Otur yerine Meksika buğdayı...
Coğrafya yaralarımızı taşımaya mecburdur. Tehcir ülke topraklarını başkalarıyla doldurur. Ve bizler hayatlarımızı, sözde düşmanlardan korumak için çizdiğimiz sözde sınırları gözeterek, bunun için savaşarak geçiririz.
"Bir seçim sisteminden daha başka seçim sistemine değişik sonuçlar veren oylama biçimi "milli irade" midir, yoksa yal- nızca seçim sistemlerine göre belirlenmiş yöntemlerle elde edilen "çoğunluk iradesi" mi? Ya da "millet egemenliği" diye tanımlanacak bir "egemenlik" biçimi var mıdır? Var mıdır ki, "milli irade", "millet egemenliği" ve "manevi şahsiyet" kavram- lan yıllardır bizleri ipotekleri altına alır.
Din-devlet ilişkileri konusunda İslâm dünyasının en büyük eksiği esasen var olan söz konusu ayrımı geliştirmemiş ve toplumun değişen şartlarına göre yorumlamamış olmalarıdır.
Milyarlarca kişi özgürlüklerin ihlal edildiği; insan haklarının çiğnendiği; tutuklama, işkence, yargısız infaz, yolsuzluk, iktisadi verimsizlik, fakirlik, cehalet, bulaşıcı hastalık ve toplumsal adaletsizliğin kol gezdiği otoriter rejimlerde yaşıyor.
* “En ağır silleleri vursa da kader;
Ezilir belki ama eğilmez başım.”
*Hastane Şiirleri (Hospital Sketches): İngiliz şair, editör, eleştirmen William Ernest Henley’nin (1849-1903) kitabı. Gençliğinde eklem iltihabından ötürü bir bacağı kesilen şair uzun bir hastane/tedavi sürecinden geçmek durumunda kalır. En ünlü eseri, bu ruhsal durumunun
Bir diktatörün etkisi altındaki insanlar akıl hastalarına benzer: Özgürlüğe ihtiyaç duymadıkları için özgürlük mücadelesine girişmezler ve bir yandan koruyup öte yandan iradesini temsil ettikleri diktatörün olmadığı bir hayatı düşünemezler.