Muharrem Dayanç:
"Türk edebiyatında en çok ilgimi çeken bahislerden biri “yazarlar ve anneleri”dir. Konu bu kadar genel değil elbette bahsi biraz daha daraltarak söylemek gerekirse “küçük (hatta çocuk) yaşta annesini kaybeden yazarlar”dır. Başlangıçta Tevfik Fikret (12), Ahmet Hâşim (7), Yahya Kemal (13), Ahmet Hamdi Tanpınar (14), Ziya Osman Saba
Kafamın içindeki müzik sesi siren sesleri ile karışıyor. Bağırışlar ve sirenler arasında içinde bulunduğum o sıkışıklık
hissi hiç geçmiyor. Kaybettiğim bilincim ruhumu gerçekten de yaralı bir kumru olduğuma inandırmaya yetiyor. Ne etrafımdaki yosunlar beni bırakıyor ne de ben yaralı yanımı bırakıyorum. Hani hayatımız boyunca hep bir yerlerden sıyrılmaya, çıkmaya çalışırız ya... Oradan çıkarız ama kalıntılarından kurtulamayız hani. Ruhum o yosunlardan asla kurtulamıyor. Çünkü evi gökler olanın sularda işi yoktur. Benim yerim herkesin ardıydı, benim yerim geri plandaydı,
gölgedeydi. Çıkıp parlamak istediğim her an ışıklar beni yaktı. Hayatıma uzattığım her zeytin dalı bana kırılarak döndü. Sevilmeyen bir çocuktum, görülmeyen bir çocuktum. Anneniz ve babanız bile sizi görmek istemediğinde en büyük
tutkunuz herkes tarafndan görülmek olur. Bu bir çocuğun içine düşebileceği en tehlikeli tutkudur. Görülme isteği
beni mantıksızlığın zirvesine itti. Öne çıkma isteği beni kırdı, yordu, mahvetti. Sonra günün birinde çok uzun bir uykuya
daldım. Çok kasvetli, çok derin, çok ağır bir uyku...
yine gece bir bucukta oturdum buna yorum yazdim cunku malim. mahallenizin komedyeni geliyor arkadaslar (bana gulen de ne bileyim)
cesit cesit mistik ozellik verdikleri quirky ana kadin karakterleri olmasaydi romcom sektoru:
(burasi bos cunku kastettigim sey romcom sektoru diye bir sey KALMAYACAGİ)
ayrica romcomlarda fmc icin cok farkli bir
“Cephedeki tüm babaları gördüm ben. Senin baban bundan böyle Cumhuriyet’tir çocuk.”
Şerbetçi bir çocuk. Babası cephede şehit olmuş fakat hala babasının döneceğine dair sırtında kocaman dağdan bir umut taşıyan bir çocuk. Trenden inen her askere binbir umutla bakıp, babası eve dönerse annesi şaşkınlıktan bayılıp kalırsa düşüp bir yerini incitmesin diye kapının hemen önüne minder seren bir çocuk. Var mısınız onun gözünden yaşadıklarını okumaya?
Ne babalar, ne eşler ne kardeşler yitip gitti bu vatan uğruna. Bir çocuğun gözünden o döneme ait bir şeyler mi okumak istiyorsunuz, e buyurun madem. Cumhuriyet’in İlk Sabahı tam aradığınız kitap. İlber Hoca’nın kıymetli tarihi bilgilerinden de tırtıklayabilirsiniz kenarından köşesinden. Sevmedim diyen taşa döner benden söylemesi :)
Bir çocuk kitabı gibi görünse de çok dersler çıkarılacak bir kitap bu. Teşekkürler Şermin Yaşar, teşekkürler İlber hocam. Sizi yerim :) Hemen bir yerlerden bulup buluşturup bu kitabı okuyun, okutun. Sevgiler
#alıntı
“Umudun ne olduğunu o komşudan daha iyi biliyordum ben. Şehre gelen her gazinin peşinden belki babamdır diye koşuyordum ama o bizim eve gelmiyor, hep başka eve gidiyordu.”
Cumhuriyet’in İlk Sabahı, Şermin Yaşar&İlber Ortaylı
"Buyurun, Doktor Hanım" diyen bir adam, kolunu Bilgeyle aramıza uzatıp önümüze temiz bir tabakta pilav ve kızarmış tavuk bıraktı. Kibarca gülümseyip geri çekildi. Ben ise bu kez huzurla önümüze döndüm. Şükürler olsun ki artık adamakıllı yiyebilirdim. Tam yemeğe abanıyordum ki Ahmet Ağa'nın söylediği şeyle kaşığım havada, bakışım kaşıkta, huzurlu tebessümüm dudaklarımda kaldı. " Sizi kovalayan horozdur, Dohtor Hanım. Afiyetle yiyesiniz." Gözlerim yerinden fırlar gibi açılırken vahşet görmüş bakışlarımı Ahmet Ağa'ya diktim. Sonra kaşığıma. Sonra daha büyük et yığını olan tabağıma. "Horozu mu kestiniz?" diye mırıldandım vahşet içinde. "He valla. Size çoh büyük ayıp etmiştir. Biz de onu kesmişiz." O manyak horozun bağırışı kulaklarımda yankılanınca kaşığı tabağa geri bırakıp yutkundum. Bön bön etlere baktım. Benim yüzümden mi kesildin sen yani? Benim yüzümden mi butların böyle kızartıldı? Ağlayacaktım galiba. Elimi dertli dertli ağzıma kapattım. Ben şimdi bunu nasıl yiyeyim? O kadar anımız varken... Yanımdaki Murathan'dan minik bir kahkaha yükselince bakışlarımı ona çevirdim. Bayağı eğleniyordu bordo goril. "Gülme, Murathan ya," dedim ağlamaya yakın bir sesle. "Benim yüzümden idam etmişler horozu. Ağlayacağım galiba." "Siz ağlayacaksanız bana verin, Gökçen Hanım. Ben büyük bir zevkle yerim." diyen Zülfikar tabağıma uzandı. Bir kanada çatalını sertçe geçirip geri çekildi. Kanada bakarken dudakları zevkle iki yana kıvrıldı. Mavi gözleri ışıl ışıl oldu ve eti büyük bir iştahla ağzına tepti.
Ama buraya gelmeden yapamayacağım. Ben bir hayalciyim; gerçek hayatı o kadar az yaşıyorum ki, burada geçirdiğim dakikalar benim için bulunmaz bir mutluluk. Onları hayalimde döne döne yaşayacağım. Sizi bir gece, bir hafta, bütün bir yıl hayalimde canlandıracağım. Yarın yüzde yüz geleceğim geleceğim buraya; tam bu yerde, aynı saatte bir gece öncesini anımsayarak mutluluğumla sarhoş olacağım. Bu yeri şimdiden sevdim. Şehirde, böyle iki üç yerim var. Birinde geçenlerde, tıpkı sizin gibi, ağladım. Kim bilir belki on dakika önce siz de bir anı yüzünden ağlıyordunuz. Kusura bakmayın, gene gevezelik ettim, belki de burada mutlu anlar geçirmişsinizdir.
Bu memleketin büyük faciası, en seçkin evlatlarının beynini ve kalbini itlere peşkeş çekmesi. Halledilmesi gereken büyük dava, bu topraklar üzerinde münevverin nefes alabilecek hale gelmesi.
Marksizm bir tecessüstü onda. Herhangi bir Batı memleketinde büyük bir fi kir adamı olabilirdi, bir teorisyen olabilirdi... Ezdiler: Acaba ezilen daha kaç kişi? Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım, karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi!.. Türkiye'de bir sınıf savaşı var mı? Var veya yok, dava bu değil. Her oyunun kaideleri var. Avrupa burjuvazisi iktidarı beşiğinde bulmadı. Dünya proletaryası her hakkını şehitler vererek kazanabildi. Ama o ülkelerin hakim sınıfları insanı bu kadar küçülmeye zorlamadılar, düşünceyi kuduz köpek gibi kovalamadılar ..
Batıyoruz. Ayağımızın altındaki uçurumu kendimiz kazdık. Aydın gölgesinden korkuyor. Kafasıyla düşenen adamın tutunabileceği dal yok. Neden lşçi Partisi'ne girmiyorsun? Girmem, çünkü benim yerim kütüphane. Ben ışık arayan, aydınlanmak ve aydınlatmak isteyen bir insanım. Politikanın kurtarıcılığına inanmıyorum. İşçi sınıfına karşı beslediğim sevgi de platoniktir, tanımıyorum onları ...