Pazar akşamı… Ramazan ayının son iftarını Mescid-i Aksâ’da yapmak üzere, tarihî Şam Kapısı’ndan geçerek Kudüs sokaklarında ilerliyoruz. Derken kalabalığın arasından bir el uzanıyor ve kucağıma kocaman bir hurma paketi tutuşturuyor. “Bu ne?” diyerek şaşkın bakışlarımı kendisine yönelttiğimde, cevabı net: “Salli ale’n-Nebî!” (Peygamber’e salavat getir!) Bu kısacık ama dopdolu ifade, Kudüs halkının lisanında sayısız düğümü çözen bir iksir, hemen her soruya verilmiş bir cevaptır. Kızdıklarında, sevindiklerinde, heyecanlandıklarında, üzüldüklerinde, bir nimete kavuşunca, eldekini paylaşırken… Kısaca hayatlarının her anında, “Peygamber’e salavat” muhakkak gelir, bağlamına yerleşir. Akşamın şu telaşlı vaktinde, bir paket hurmanın üzerine kurdele gibi iliştirilen salavat ise şu anlama geliyor: “Ramazanın son orucunu bunlarla aç, hatta sadece kendin yeme, etrafına da dağıt.” Aksâ’da hüzünlü ama tok bir sesin okuduğu akşam ezanını dinlerken, bana söyleneni harfiyen uyguluyorum. Eh, kardeşlik hukuku böyle gerektirir.“