İnsan toplulukları, mütecanis[=homojen] bir hey'et değildir ve olamaz. Yaradılmışlar içinde "tam mânâsıyla eşit" hiçbir mevcudiyet şekli olmadığı için insanlar da, hiçbir hususta "tam mânâsıyla eşit" olamazlar. Beşeriyetin icad ettiği bir sürü esrarengiz kelimeler vardir ki, bunlar hep bu hakikatı remz ve işaret ederler. Talih, kader, tesadüf ilh. Gerçekten insanlar cismen ve manen birbirinden farklı derecelerde zuhûr ederler, biri bülbül gibi söyler, diğeri kekeler; biri tabiî güzellikleri tasvire muktedirdir, diğeri ancak karakoncoloslar resmedebilir; biri sanki güzelliğin maskesi imiş gibi güzel olur, diğeri son derece çirkin gözükür. Lâkin her ne hal ve tecellide olursa olsun, bütün insanların hakkı olan şey "hukuk'en eşitlik"tir ki bunun en doğru adı "hakk-ı hayat"dır. Hukuku korunmayan fertler, muntazam bir topluluk meydana getiremezler. Halbuki bir topluluk, fertlerin durumlarındaki dengeye riâyet edilmedikçe hiçbir vakit payidar olamaz. Eğer insanların sâiki "yalnız benlik" olursa bu dengenin sürdürülmesi mümkün değildir. Şu halde o toplumdaki dengeyi sürdürecek "maddi ve manevî bir kuvvet bulunmadığı dakikada "Anarşizm" yani hükûmetsizlik ortaya çıkar. Eğer "Din ve Ahlâk" mânâsız sözler ise insan cemiyetlerinin "Anarşist" olması hem pek tabiî ve hem de pek meşrudur.
Sayfa 67
Pazar akşamı… Ramazan ayının son iftarını Mescid-i Aksâ’da yapmak üzere, tarihî Şam Kapısı’ndan geçerek Kudüs sokaklarında ilerliyoruz. Derken kalabalığın arasından bir el uzanıyor ve kucağıma kocaman bir hurma paketi tutuşturuyor. “Bu ne?” diyerek şaşkın bakışlarımı kendisine yönelttiğimde, cevabı net: “Salli ale’n-Nebî!” (Peygamber’e salavat getir!) Bu kısacık ama dopdolu ifade, Kudüs halkının lisanında sayısız düğümü çözen bir iksir, hemen her soruya verilmiş bir cevaptır. Kızdıklarında, sevindiklerinde, heyecanlandıklarında, üzüldüklerinde, bir nimete kavuşunca, eldekini paylaşırken… Kısaca hayatlarının her anında, “Peygamber’e salavat” muhakkak gelir, bağlamına yerleşir. Akşamın şu telaşlı vaktinde, bir paket hurmanın üzerine kurdele gibi iliştirilen salavat ise şu anlama geliyor: “Ramazanın son orucunu bunlarla aç, hatta sadece kendin yeme, etrafına da dağıt.” Aksâ’da hüzünlü ama tok bir sesin okuduğu akşam ezanını dinlerken, bana söyleneni harfiyen uyguluyorum. Eh, kardeşlik hukuku böyle gerektirir.“
Reklam
HZ. ÂİŞE (ra) ve EVLİLİĞİ MESELESİ...
Mesud Özbilir Hoca'nın da gayet vuzuhla ifade ettiği gibi "evlilik yaşı" meselesinin "18"e tapulanması çok sonraki Avrupalı bir iştir. Bizim Müslüman memleketimizde, daha babalarımız çağına uzandığımızda dahi, bu işin daha erken yaşlarda olduğunu hepimiz biliriz. Aşağıdaki yazı Mesut Hocama aittir: - "Hz.
Netice olarak, Selefin kelâm hakkındaki görüşlerini özetlemek gerekirse, el-Gazzalinin bu konudaki şu sözlerini zikredebiliriz: "Seleften hadis ehli, kelâmın zemmi üzerinde ittifak etmişlerdir. Bu konuda onlardan naklolunan ve şiddete delâlet eden haberlerin haddi hesabı yoktur. Onlara göre sahâbe, başkalarina nispetle gerçeklere daha vakıf,
İslam Devletler Hukuku
Ahde Vefa: Devletler arası ilişkilerin istikrar içinde devamı için, tarafların uymakta en fazla titizlik gösterecekleri ilke, imzalanan antlaşmaların gereğini yerine getirme, yani 'Ahde Vefa' ilkesidir. İslâm, aldatma ve kötü niyetler taşıyan antlaşmalar yapmayı ve yapılan antlaşmaları menfaat endişeleriyle bozmayı kesinlikle yasaklamıştır. Nahl sûresi: 16/91-92 = 91: Aranızda sözleştiğiniz zaman Allah adına verdiğiniz sözü tam olarak yerine getirin. İyi niyetinize Allah’ı şâhit gösterip iyice pekiştirerek yaptığınız yeminleri bozmaya kalkmayın. Unutmayın ki Allah, yaptığınız her şeyi bilmektedir. 92: Bir topluluğun diğer bir topluluktan siyasî, iktisadî ve askerî yönden güçlü olmasına aldanıp da, ipliğini sağlamca büküp eğirdikten sonra çözen böylece bütün emeğini boşa çıkaran ahmak kadın gibi, ettiğiniz yeminleri bozup aranızda bir aldatma ve işi bozma sebebi kılmayın! Gerçek şu ki, bütün bunlarla Allah sizi imtihan etmektedir; hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeylerin doğrusunu da kıyâmet günü kesinlikle size açıklayacaktır. İsra Sûresi 17/34 : "Verdiğiniz sözü yerine getirin! Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir. " gibi ayetler bu hususta çok açıktır.
Sayfa 150 - Bilay yayınlarıKitabı okuyor
Şeriat; Kuran’ın ayetlerine, Hazreti Muhammet’in sözlerine ve yaptıklarına, bunlardan çıkarılmış yorumlara dayanan, insanın yaşamını, toplumsal yaşamı düzenleyici kurallardır. İslam hukukudur. Kuran ilmi, bilimi, hoşgörüyü savunur. Ve bilinir ki Kuran’ın ilk ayeti “İkra (Oku)” ile başlar. Şu an ki şeriat adı altındaki yönetimlerin hiçbirinde ne bilim ne de hoşgörü var. Bu yönetim şekilleri insan uydurmasından başka bir şey değil. Nasıl ki İslam Müslümanlara göre yargılanmaması gerekiyorsa aynı şekilde şeriat da yani İslam hukuku da Arap ülkelerindeki yaşayış biçimiyle yargılanmamalıdır. Din yüzyıllar öncede insanlar tarafından kullanıldı (Hasan Sabbah gibi) ve bugünde yine kullanılmaya devam edilecek çünkü insanoğlu her şeyi ziyan etmekle meşhurdur.
Reklam
716 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.