Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Rutinim,, her gün 2 sayfa tefsir
Allah insanı hem birey hem de toplum düzeyinde kendisini yenileyebilecek bir varlık olarak yaratmıştır. Yeter ki o, zihnini kendisine gösterilen deliller üzerinde düşünmeye, gönlünü de bunlardan çıkacak sonuçları kabullenmeye açık tutsun: gaflet bataklığında kaybolup gitmek üzereyken küçücük bir dikenin batmasını bile vesile edinip silkinebilsin, insan olma sorumluluğunun ve yuce yaratıcısı karşısındaki konumunun bilinci içinde kalbinde bir ürperti duyabilsin.
Kur'an'ın anlamı ile buluşmadan, hakikat yolunda alınabilecek bir mesafeden de söz edilemez.
Reklam
Bu yorumların ortak noktası şudur: Allah’ın rahmetinden ancak kör taassup göstererek inkârcılıkta direnen kimseler ümitlerini keser. Mümin kişi ise kullukta ne kadar kusurlu olursa olsun, “Artık kesinlikle Allah bana acıyıp affetmez” diyerek O’nun engin rahmet ve bağışından ümit kesmez; aynı şekilde bu mümin iyi kul olmak için ne kadar gayret ederse etsin asla ameline güvenip, “Ben üstüme düşen her şeyi yaptım, artık Allah’ın rahmetine ve affına ihtiyacım kalmadı” diye düşünmez.
Jung, Kehf sûresinin 60-64. âyetlerini şu şekilde yorumlar: "îki denizin birleştiği yerde" hayatî noktaya ulaşılır. Bu yer, batıdaki ve doğudaki denizin birbirine çok yaklaştığı Süveyş körfezi olarak tefsir edilmiştir. Burası "orta yer" diye ifade edilen semboldür. Ashâb-ı Kehf kıssasında sözü edilen mağaranın "orta yer"ini burada hatırlayalım.
Gerçi her akıllı insan düşündüğü vakit kendi aklı ve tefekkürü ile bir yaratıcının olduğunu kavrayabilir. AncakMutlak Varlığın sıfatlarını, O'na karşı olan sorumluluklarını ve kendi yaratılışındaki gayeyi tespit edemez; etse bile, kendisini bu gayeye götürecek en doğru ve en güvenilir yolu bulamaz. Kısacası, insanı uyaracak ve bütün olumsuz faktörlerin etkisinden kurtarıp onu, en doğruya, en güzele ulaştıracak İlâhî irşâdlara ihtiyaç vardır. İşte bu sebepten ötürüdür ki, yarattığı varlıkları en iyi bilen Allah yaratılışına uygun hareket etmeleri, şerre düşmemeleri, isyan etmemeleri, ayrıca Allah'a karşı bir bahânelerinin kalmaması için tarihin belli dönemlerinde insanlara kitaplar göndermiş ve bu kitapların muhtevalarını peygamberleri aracılığıyla onlara duyurmuştur.
Günah
Büyük günahlarla ilgili yasaklama şekli daha şiddetli ve serttir. Büyük günah işleyenlerin tövbe etmeleri gereklidir. Büyük günahları iradelerini kullanarak terk edenler küçük günahlardan tövbe etmiş sayılırlar. Büyük günah işleyenler fâsık sıfatını alır ve birçok vazife ve ehliyet için gerekli bulunan “adalet” vasfını kaybetmiş olurlar. Büyük günaha bulaşmış hâkimin hükmü bozulur. Açıktan açığa büyük günah işleyenlerle sosyal ilişkiler kesilebilir.
Reklam
İdam
hayatı korumanın en geçerli tedbirlerinden biri de haksız yere cana kıyanın kendi canına kıymış olduğunu bilmesi ve bunun fiilen gerçekleşmesidir.
Nisa suresi
29. Ey iman edenler! Karşılıklı rızâya dayanan ticaret dışında mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.
Allah kuluna taşıyamayacağı yükü vermez
Allah kulları için güçlük değil, kolaylık murat eder (Bakara 2/185); onları imtihan için bile olsa çıkmaz yollara zorlamaz, taşınamaz yüklerin altına sokmaz. Her bir yükümlülüğün, olağan üstü veya olağan dışı hallere bağlı kolaylıkları, yükü hafifletici ruhsatları vardır.
Tefsir ehli, Ebu Hürevre (radıvallahu anh) 'dan bu anlamda bir hadis zikretmiştir: Ebu Cehl, Kureyşe va'd etmiştir: (Eğer Muhanmed'i görürsem mutlaka boynunu koparacağm!) diye. Peygamber (aleyhisselâm) namaz kılmava koyulunca, Ebu Cehl'e haber verdiler. Hemen geldi ve ona yaklaşır yaklaşmaz gerisin geri kaçtı, kendisini iki eliyle korunur bir halde görünce, sebebini sordular. Şu cevabı verdi: Ona yaklaşınca içi ateşle dolu bir hendekle karşı karşıya geldim, nerde ise o hendeğe yuvarlanacaktım. Yeryüzünü kuşatan büyük kanatların sarstığını da gördüm (ödüm patladı) . Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu: İşte onlar meleklerdi, eğer bana kasdetseydi onu paramparça edeceklerdi, her birinin elinde onun vücudundan bir parça olacaktı." Sonra Peygamber (sallallahu alevhi ve sellem) 'e: "(Okumamaktan) sakın! Çünkü insan muhakkak azar." âyeti nazil oldu.
Reklam
“Ancak sana kulluk eder ve ancak yardımı sen­den dileriz.”
Fâtiha’nın bu bölümünde Rabbimiz bizim yalnız olmadığımızı, bizim gibi inanan, bizim gibi düşünen bir İslâm ümmetinin üyesi olduğumuz şuurunu veriyor bize. “Ancak sana ibâdet eder ve ancak sen­den yardım dileriz.” Dikkat ederseniz fiiller tekil değil, çoğuldur. Yâni “yalnız sana ibâdet ederim ve yalnız senden yardım beklerim” şek­linde tekil değil, “yalnız sana kulluk yaparız ve yalnız senden yardım bekleriz.” Biz tek başına namaz kılarken de böyle demek zorundayız. Ben yok, biz var. Bunun mânâsı şudur: “Ya Rabbi, tüm varlıklar, göklerde ve yerde ne varsa hepsi sana kulluk yapmaktadır. O varlıklardan birisi olarak ben de onla­rın arasına katılıp sana kulluk yapıyorum. Ama sadece ben değil, biz sana kulluk yapıyoruz” demektir bunun mânâsı. Yâni ben yalnız kendim O’na, O’nun istediği kulluğu, O’na lâyık kulluğu yapamaya­cağım için kendimi diğer mü’min kardeşlerimin ve tüm varlıkların içine kata­rak ancak sana kulluk yaparız diyorum. Duanın kabulü, ibâdetin ka­bulü için böyle demek daha güzeldir. “Ya Rabbi! Biliyorum ki şu benim ibâdetlerim sana lâyık değildir. Sana lâyık olarak yapılan ibâdetler ve dualar arasında benimkini de kabul buyur Al­lah’ım” demek daha uy­gundur. Bunu bize tarif buyuran Rabbimizdir. Eğer O böyle bir sûre indirerek bizi bilgilendirmemiş olsaydı bizim bunu kendi kendimize bilmemiz mümkün olmayacaktı.
Kitap ehli Allah'ın lütfundan bir şeye güç yetiremediklerini lütfun tamamen Allah'ın elinde olduğunu ve onu dilediğine verdiğini bilsinler ve Allah büyük lütuf sahibidir.
ŞAMANİZM DİNİNDE RUHLAR
Bu üç manevî ruh ( eş, sur, kut), kudsiyetin yani, mana'nın üç derecesini gösterir. Bunları, temsil tarikiyle, gölgenin üç derecesine benzetirler. Gölgenin en haricinde bulunan hafif kısmı, eş’tir. Daha dahilde olan kesafetli kısmı sur'dur. En merkezde bulunan çok kesafetli kısmı, kut'tur. Eş kelimesi, şimdi «refik, arkadaş» manasına müstameldir. Yolda eş- yoldaş, gönülde eş-gönüldaş gibi tabirlerdeki — daş edatı­na da dahil olmuştur. Eş'in Arapçada mukabili, tâbi'a'dır. Mahmud-i Kâşgarî, eş’i, «tabiat-ün min-ei-cinn» suretinde tefsir ediyor. Bugünkü günde, «Falan adamın eşi» denilecek yerde, perisi deniliyor.
(Hürriyet-Özgürlük)
... S: Hürriyeti bize çok fenâ tefsîr etmişler. Hatta âdetâ hürriyette insan, her ne sefâhet ve rezâlet işlese, başkasına zarar etmemek şartıyla bir şey denilmez. Acaba böyle midir? C: Öyleler hürriyeti değil, belki sefâhet ve rezâletlerini i‘lân ile çocuk bahanesi gibi bir hezeyan ediyorlar. Zîrâ nâzenîn hürriyet, âdâb-ı şerîatla müteeddibe ve mütezeyyinedir. Yoksa sefâhet ve rezâletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdâdıdır, nefs-i emmâreye esîr olmaktır. Hürriyet, umûmî efradın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. Hürriyetin şânı odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın. عَلٰٓي اَنَّ كَمَالَ الْحُرِّيَّةِ اَنْ لَا يَتَفَرْعَنَ.. وَاَنْ لَا يَسْتَهْزِئَ بِحُرِّيَّةِ غَيْرِه۪ٓ اِنَّ الْمُرَادَ حَقٌّ.. لٰكِنَّ الْمُجَاهَدَةَ لَيْسَتْ ف۪ي سَب۪يلِهَا(Hâşiye) Hâşiye: Acele etme! Yani Mîzân Cerîdesi’nin sâhibi Murad haklıdır. Tanîn muharriri Hüseyin Câhid, yanlış ve hata ediyor. Mektûbât II / Osmânlıca Eser /Sahîfe : 389
Sayfa 389 - Hayrat NeşriyatKitabı okudu
İnsanlar yaşadıkları müddetçe tövbe kapısı açıktır. Ne zaman akılları başlarına gelir ve tövbe ederlerse Allah’ın, vaadinin gereği olarak bu tövbeyi kabul buyurması ve günahkâr kullarını affetmesi umulur, lutfundan beklenir.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.