Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Âdet böyleydi; onlara kader kurbanı deniyor, anlayış gösteriliyordu. Duvara “Kahrolsun hükümet” yazdığı ya da okulda Deniz Gezmiş şiiri okuduğu için anti terör yasasına göre örgüt elemanı gibi gösterilip otuz yıla mahkûm edilen gençler, öğrenciler gibi tehlikeli değildi toplum için.
Terör saldırılarının temeli üzerine. Seneca dan alıntı
Gökyüzünde çıkan bir yangınla dünyanın sonu geldiği takdirde kim böylesine devasa bir felaketin kurbanı olmayı istemez ki?
Reklam
«Marx'ın da saptadığı gibi, günümüzün sorunu, in­sanların ihtiyaçlarını ihmal eden, onların ekonomik ve kişisel temellerini ayaklarının altından çeken küreselleş­medir. Bu gelişim, içteki kurbanı uyandırmaktadır. Ig­nacio Ramonet, küreselleşmenin dogmalarının tek tip düşünce tarzına dayandığına ve diğer bütün ekonomi politikalarını geçersizleştirdiğine işaret ediyor. Va­tandaşların toplumsal hakları serbest rekabet ilkesine tabi kılınıyor ve toplumsal yaşamın tüm alanları para piyasalarının keyfiyetine teslim ediliyor. Küreselleşme­yi gerçekleştiren, sermaye ve emtianın serbest dolaşımı. Politikacıların yaptığı sadece, ulus-devletlerden bu küreselleşmeye uyum sağlamalarını talep etmek. Böylece yatırımlar, istihdam, sağlık hizmetleri, kültür ve çevre sorunları alanlarında karar yetkisi, kamusal sektörden özel sektöre aktarılmış oluyor.»
Sayfa 126
«Şiddetle başa çıkmadaki sorun, kültürün dayattığı, oto­ritenin iyi kabul edilmesi gerektiği şeklindeki bakış açısıyla çelişeceği için mevcudiyeti inkar edilen iç kur­bandır. Bu iç kurban, sosyal çevre bu insanların onay­lanma, sıcaklık bulma ve sosyal ilişki kurma ihtiyaçla­rının bir ölçüde tatmin edilmesini mümkün kıldığı sü­rece "uyur." Fakat bu dengeler, toplumsal değişimler, işsiz kalma nedeniyle ekonomik sıkıntı veya toplumsal yapıların çözülmesi sonucu bozulursa, korku ve geri­lim katlanılmaz olacağı için bu insanların da dengesi bozulur. O zaman iç kurban uyanır ve insanı yaşamda­ ki değişimler karşısında nefret ve saldırganlıkla tepki vermeye iter. Ancak, bunun gerçekleşmesi için siyasi iktidara olan inançlarını yitirmeleri gerekir. "Güçlü bir lider" iç kurbanın ağır baskı dönemlerinde bile sakin kalmasını sağlar. Fakat öznel olarak yaşanan bu gü­venlik duygusunun çözülmesi tehlikesi baş gösterirse şiddet potansiyeli yükselir. İktidardaki demokratik gruplar, eğer bu vatandaş kesiminin ihtiyaçlarının ve sıkıntılarının bilincindelerse, bu sürece karşı etkin ola­bilirler. Ancak realite çoğunlukla, insan oluşlarında hasarlı olan ve halkın büyük kesiminin barındırdığı iç kurbanı kendi iktidarları için kullanan siyasi liderlerin böyle durumlardan yararlandığını gösteriyor. Bunu, tüm kendilik nefretinin ve saldırganlığın boşaltılabile­ceği bir dış düşman hedef göstererek gerçekleştiriyor­lar. Fakat demokratik liderlerin bu olanağı kullanması demokrasi açısından iyi olmaz, çünkü hiçbir zaman aşırı sağ veya aşırı sol gibi kesin düşman imgeleri üre­temeyeceklerdir.»
Sayfa 125
«Ancak bu arada, ölümcül şiddetin kaynağı olarak içteki kurba­nı uyandıran tetikleyicinin, insanın onurunu ve kişisel önemini elinden alan ekonomik ve toplumsal koşullar olduğunu da unutmamak gerekir. Mücadele etmemiz gereken ve edebileceğimiz asıl düşman, yalnızca kar ve rekabete yönelik öncelikler yüzünden toplumsal bağla­rın kopartılması olgusudur. Üçüncü dünya ülkelerinde halkların, onur ve varoluşlarının anlamını ellerinden alan bir yaşamla kuşatılması sonucu, içteki kurbana du­yulan nefret canlanıyor ve çoğunlukla dışa yansıtılıyor.»
Sayfa 118
«Sözde siyasi "gerçekçiler," insan ilişki­lerinde şiddetin her iki tarafı da, yani hem kurbanı hem de faili onursuzlaştırdığını görmüyorlar.»
Sayfa 114
Reklam
«Bunlar çoğunlukla maddi sı­kıntıların baskısı altındaki insanlar değildir. Üstlerinde­ ki baskının kaynağı farklıdır: Kendilerini kurban konu­munda hissederler. Öyledirler de, fakat kendi içlerinde­ki kurbanı görmezler, aksine onu kendi dışlarındaki ya­bancıda bulduklarını sanırlar ki sonradan onu ve kendi­lerini öldürebilsinler.»
Sayfa 113
«Buna karşılık radikal sağcı, sevginin kendisini öldür­mek ister. İntikamı sevgiye yöneliktir, çünkü sevgiye duyduğu ihtiyacı bir aşağılanma ve taciz olarak algılar. Uyguladığı şiddetin kurbanı sadece protestosunun simgesi değildir, aynı zamanda çok kişisel bir anlam da ta­şır. Kendi içindeki o nefret ettiği zayıflığı temsil eder. İs­yankarla olan farklılığı buradadır: İsyankar, simgesel bir protesto nedeniyle öldürür, kurbanın kişisel bir önemi yoktur. Onun duygularından kaçışının temelinde, duy­gu dünyasındaki yarılma vardır, çünkü duyguları onu anne-babanın tahakkümcü talepleri karşısında korun­masız bırakır. Buna karşılık konformist sağ radikal, anne-babasının duygu dünyasını, onların duygular ve sevgi ihtiyacı karşısında duydukları nefreti sahiplen­miştir.»
Sayfa 60
«Şiddet yüklü bir eğitimden geçmiş olmalarının yarattığı, gerçek anlam­daki kurban durumunda oluşlarını ise, kendilerine ya­ saklanmış olan sevgi ve şefkati hatırlattığı için, insani­yetlerinden nefret ettikleri kişilerin kurbanı olduklarına inanmalarından kaynaklanan kendine acıma duygusu­na aktarırlar. Bu durumda, insani temas kurma olasılığı bulunan herkesi, Yahudileri, Çingeneleri, Asyalıları, si­yahları; kendilerini korkutan ortak insani yanı ezebil­mek, sakatlayabilmek, yok edebilmek için farklı ve ya­bancı olarak sınıflandırdıkları herkesi tehdit olarak gö­rürler. Bu insanlar kendilerine acınması için yalvarırlar, çünkü böylece şiddetlerini, kendilerine yasaklanmış ola­nı, yani insani yanı içlerinde yeniden uyandırdıkları için korku verici buldukları kişilere yöneltmekte kendilerini haklı görebilirler. Böylesi insanlar bu yüzden öldürme zorunluluğu hissederler, çünkü ancak bu şekilde ayakta kalabilirler; ancak bu şekilde kendilerinin de sevgi, şef­kat ve sıcaklık açlığı içinde birer insan oldukları korku­sundan kurtulabilirler.»
Sayfa 34
«Nazilerde ise "sevgi" duyguları politik sembollerle ilişkili. Sıcak, insani algılayışlar görülmüyor. Dicks, nasyonal sosya­lizme olan inançları ellerinden alındığında ''bütünleyici bir özleri olmadığı için" darmadağın olduklarını yazı­yor. Dicks'e göre inançlı Naziler, kişilik yapılarını acı­masızlıkları vasıtasıyla ayakta tutabiliyorlar - bu yıkıcı, cezalandırıcı babalarla özdeşleşmeye dayanan bir kişilik yapısı. Tutsaklar kampında da kendilerine anlayışla yaklaşanların kurbanı olduklarını düşünüyorlar. İyiliği düşmanlık olarak algılıyorlar ve kendilerine dostça davranan insanları, kendi "saf sadeliklerini, iyiliklerini ve insancıllıklarını" kullanan kişiler olarak görüp aşağılı­yorlar. Yani, dostça davranmak, küçümsenip acımasızca ve kayıtsızlıkla yok edilmesi gereken bir zayıflık adde­diliyor. Burada insaniyetle temas korkusunu görüyoruz.»
Sayfa 32
95 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.