“Ben hayatı seviyorum, hem de tutkuyla seviyorum! Takip edilme korkum var ve bu korku sürekli eziyet ediyor bana. Ancak öyle anlar olur ki, yaşama tutkusu beni sarıp sarmalar, işte o zaman aklımı yitirmekten korkarım. Doya doya, delicesine yaşamak istiyorum ben!”
“Evet, hastayım. Ancak siz de biliyorsunuz ki onlarca, hatta yüzlerce deli özgürce dışarıda dolaşıyor, çünkü cehaletiniz yüzünden onları sağlıklı olanlardan ayırt edemiyorsunuz. Neden ben ve bu zavallı insanlar, dışarıda dolaşanların yerine günah keçisi gibi oturmak zorunda? Siz, sağlık memuru, idare amiri ve bütün hastane güruhunuz; ahlaki bakımdan hepimizden ölçülemeyek derecede aşağı konumdasınız. Neden burada oturan siz değilsiniz de biziz? Mantık bunun neresinde?”
Andrey Yefimiç’a şimdi öyle geliyordu ki, karşısındaki insan bir zamanlar sahip olduğu soyluluğun bütün iyi yanlarını yitirmiş, sadece kötü yanlarını muhafaza etmişti.
“İçimizden hangisi deli acaba? Yolcuları hiçbir şeyle rahatsız etmemeye gayret eden ben mi, yoksa buradaki en zeki ve ilgi çekici kişi olduğunu düşünen, bu yüzden etrafındaki hiç kimseye huzur vermeyen bu egoist mi?”
“O bu dünyadan ayrılırken, benim hayatıma, başka hiçbir insana nasip olmayacak kadar canlı bir şekilde giriyordu. Bundan sonra onu daima yanımda bulacaktım.”
Benim bu insanlara ne lüzumum vardı? Beş on kuruş ekmek parası için bana tahammül edilebilir miydi? İnsanlar birbirinin maddi yardımlarına ve paralarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtılar. Bu olmadıktan sonra, aile sahibi olmanın hakiki ismi, “birtakım yabancılar beslemek”ti.
”Demek ki insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor.”
"Between every life and death there is a library,“ she said. “And within that library, the shelves go on for ever. Every book provides a chance to try another life you could have lived. To see how things would be if you had made other choices . . . Would you have done anything different, if you had the chance to undo your regrets ?“
“İşte insanların sersemliğine güzel bir örnek: Çoğu kez kendi ektiğimizi biçtiğimiz halde, bahtımız kapandı mı, başımıza gelecek felaketlerin sorumluluğunu gider güneşe, aya ve yıldızlara yükleriz. Sanki zorunda olduğumuz için kötülük yaparmışız gibi; sanki göklerin zoru ile bu dala, doğuşumuza egemen olan burcumuzun baskısı ile alçak, hırsız ve hain; sanki yıldızımızın etkisine boyun eğmek gerektiği için sarhoş, yalancı olur, zina ederiz. Yaptığımız bütün kötülükler kutsal bir gücün zoruyla olur.”
“Ama kardeşim, sen de pek benzeme sakın
Şu ikiyüzlü papazlara
Bizi dikenli, sarp cennet yollarında sürerler
Kendileriyse, aldırmayıp verdikleri talkına
Göbekli, gamsız, kaygısız, çapkınlar gibi
Zevkin gül bahçelerinde gezerler.”