Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Esra

Sabitlenmiş gönderi
Büyük mevzuların derinlemesine tartışılması sıkıyor seni, biliyorum. Zira kullanılmayan organlar küçülür ya, idrak de bir süre sonra dumura uğruyor kullanılmadığında... İnsan idrakinin yetmediği yerler elbette çoktur ama bu idrak bir şeylere de yetmeli değil mi? Yok, sen aklını yormamayı seçmişsin. Bir nedenden dolayı inanıp güvendiğin adamlar sana ne söylerse "gerçek" odur; gerçeğe ne kadar muhalif olsa bile. Örneğin; gördüğüm o ki inancın konusunda bir referans istediğinde piyasadaki gözde seçeneklerden birisini alırsın eline. Eğer vaktin varsa onu büyük bir dikkatle okuyup incelersin. Anlaman gerektiğini düşündüğün bölümleri, “senden istenen” şekilde anlarsın ve neticede artık neredeyse bütün büyük sorunlarını bir hamlede çözüvermiş olursun . İnancının kutsal kitabini oturup da kendi kafanla okumaya yetmez yüreğin. inancını gerçek anlamda yaşayabilenleri dinleyecek kadar keskin değildir kulakların , inanç denen şeyin ne olduğunu anlayabilmek için bile o kadar yorucu bir süreç geçirmek lazım ki, sana da biraz hak vermiyor değilim hani..
Reklam
160 syf.
·
Puan vermedi
·
11 günde okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sosyal bir canlı olarak diğerleri ile bir arada kalmak ve uyumlu davranışlar gösterebilmek için ortak bazı kural ve inançları kabul etmemiz gerekir. Fakat bireysel hayatımız genellikle bu kurallara pek sığmaz. Bu nedenle çoğu insan sosyal hayatı ve özel hayatı arasında bir ayrım yaşar. Sokakta, evde davrandığı gibi davranmaz. Her düşüncesini eyleme dökmemesi gerektiğini bilir.
Ne kadar da az şükür ediyoruz aslında…
"Şikâyet ettiğiniz sıradan hayatınız, belki bir başkasının hayalidir."sözü, ilk duyduğumda beni çok etkilemişti. Öyle ya; aslında çoğumuz, başka milyonlarca insanın sahip olmak için canını tehlikeye atmaktan çekinmeyeceği nice imkânlarla donatılmışız. Şu anda elinizde tuttuğunuz satırları okuyabilmekle dünyada çok küçük bir şanslı yüzdenin içine giriyorsunuz: Temel düzeyde de olsa eğitim alabilmiş, okuma yazma öğrenmiş, temiz içme suyu ve temel gıdalara ulaşabilmiş, kitap okuyacak kadar zaman bulabilmiş, hayatta kalma endişesini aşıp daha fazla bir şeyler öğrenme arayışına girebilmiş, genel olarak (veya kısmen de olsa) sağlıklı biçimde hayatta kalabilmiş o şanslı yüzde birkaçlık dilimdeki insanlardan birisiniz. Fakat huyumuz kurusun, çoğu zaman bu paha biçilmez hediyeyi fark edemeyecek kadar meşgul yahut şikâyetçiyiz.
Reklam
Esra
Bir kitabı yarım bıraktı
Karamazov Kardeşler
Karamazov KardeşlerFyodor Dostoyevski
9/10 · 34,5bin okunma
Sosyal yardım sistemleri bile insanların ihtiyaçlarından çok ulusların çıkarları için tasarlanmıştı. Otto von Bismarck 19. yüzyılın sonunda Almanya'da sosyal güvenlik ve emeklilik planlarının öncülüğünü yaparken temel hedefi, vatandaşların esenliğini artırmak değil sadakatlerini garantiye almaktı. On sekizinizde ülkeniz için savaştınız, kırkınızda vergilerinizi ödediniz, devletinize güvendiniz ve böylece yetmişinizde de devletiniz size bakacak.
Kimi uzmanlar 2200, kimileriyse 2100 yılında insanların ölümü yeneceğine inanıyor. Kurzweil ve Aubrey de Grey’se çok daha hevesli görünüyorlar. 2050’de sağlıklı bir bedene ve sağlam bir banka hesabına sahip herkesin, her on yılda bir kefeni yırtarak ölümsüzlük şansını yakalayabileceğini düşünüyorlar. Kurzweil ve Aubrey de Grey’e göre, her on yılda bir sadece hastalıklarımızı tedavi etmek için değil, aynı zamanda ölen dokularımızı yenileyip el, göz ve beyinlerimizi biraz daha iyileştirerek bizi baştan yaratacak tedaviler için gidebileceğimiz klinikler olacak. Bir sonraki tedavinizin vakti gelmeden doktorlar fazlasıyla yeni ilaç, sürüm ve aygıt geliştirmiş olacak. Kurzweil ve Aubrey de Grey haklıysa, çoktan aramızda yaşamaya başlamış bir ölümsüze sokakta yürürken bile rastlamanız olası; en azından New York’ta Wall Street ya da 5.Cadde’de yürüyüşe çıktıysanız.
Ortaçağ masalları ölüm’ü elinde kocaman tırpanı, kukuletalı, kara cübbeli bir figür olarak betimler. Ona buna endişelenerek, oraya buraya koşuşturarak hayatını geçiren birinin karşısında aniden beliren Azrail, kemikli eliyle omzuna dokunarak, “Gel,” der. “Lütfen! Bir yıl, bir ay, bir gün daha bekle, ne olur?” diye yalvarsanız da kukuletasının altından fısıldayan ölüm, “Hayır! ŞİMDİ geleceksin!” der ve ölürüz. Gerçek hayatta ise insanlar kara bir figür omuzlarına dokunduğu, tanrı istediği ya da ölümlülük büyük kozmik planın bir parçası olduğu için ölmezler. Her zaman teknik bir aksaklık yüzünden ölürler.
Tarih boyunca dinler ve ideolojiler, yaşamın kendisine değer atfetmediler. Onun yerine varoluştan üstün ve onun ötesinde olduğunu iddia ettikleri şeyleri yücelttiler. Hatta bazıları alenen ölüm meleklerine düşkündü. Hıristiyanlık, İslamiyet ve Hinduizm varoluşumuzun anlamının ahiret hayatındaki yazgımıza dayandığı görüşünde ısrar ederek, ölümü yaşamın olumlu ve hayati bir parçası olarak gördüler. İnsanlar tanrı istediği için ölürdü ve ölüm de anlamlarla dolu, doğaüstü, kutsal bir deneyim olarak kabul edilirdi. Kişi son nefesini vermek üzereyken rahipler, hahamlar ya da şamanlar çağırılmalı, yaşaman terazisi dengelenmeli, kişinin evrendeki gerçek rolü benimsenmeliydi. Ölümün olmadığı bir dünyada Hıristiyanlık, İslamiyet ya da Hinduizm'i bir düşünün; cennet, cehennem ve reenkarnasyonun da olmadığı bir dünyada...
796 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.