1909 ve 1910 yıllarında iki kez Finlandiya’yı ziyaret etme fırsatı buldum.
Diğer ülkelerden çok farklı bir görünüme sahip olan Finlandiya’nın
konumu çok dikkat çekicidir. İnsanlarının düşünceleri, ruhsal yapıları,
dünya görüşleri bizimkinden çok farklıdır.
Bu insanları inceleyecek olan biri, onların sanki dünyamıza değil de
başka bir
1960'lı yıllar ne Türkiye için, ne de Amerika için "hayırlı" geçiyordu...
ABD telaş içindeydi, dünya elinin altından kaymaya başlamıştı. Birleşmiş Milletler'deki ağırlığını her geçen yıl kaybediyordu. 1952 yılında üye ülkelerin yüzde 85'i Amerika'yla birlikte hareket ederken, bu oran 1960 yılında yüzde 56'ya düşmüştü.
Güney Amerika,
1960'lı yıllar ne Türkiye için, ne de Amerika için "hayırlı" geçiyordu...
ABD telaş içindeydi, dünya elinin altından kaymaya başlamıştı. Birleşmiş Milletler'deki ağırlığını her geçen yıl kaybediyordu. 1952 yılında üye ülkelerin yüzde 85'i Amerika'yla birlikte hareket ederken, bu oran 1960 yılında yüzde 56'ya düşmüştü.
Güney Amerika, Afrika, Asya ve Ortadoğu'da Amerika'ya karşı sert tepkiler başlamıştı. 1960-1964 yılları arasında 27 Afrika ülkesi
bağımsızlığını kazanmıştı. "Yankee go home" afişleri asılıydı dünyanın her köşesinde...
Amerika sertleşmeye başlamıştı. Hâkimiyetini reddeden "Üçüncü Dünya ülkeleri" liderleri CIA tarafından ya tasfiye ediliyor ya da öldürülüyordu...
Ve Türkiye de bundan "nasibini" alacaktı.
ABD’ de geniş bir kampanyayla gençler toplanıyor, kurslardan geçiriliyor ve şu sloganla Türkiye gibi az gelişmiş ülkelere uğurlanıyorlardı: “Amerika’nın daha iyi yaşanacak bir yer olmasını sağlamak için ülkeyi terk et.!”
Barış Gönüllüleri’ nin dolaylı ajanlık yaptıkları kısa bir süre sonra ortaya çıkacaktı. Örneğin, geldiklerinin üçüncü yılında Genelkurmay Başkanlığı, Barış Gönüllüleri’ nin Doğu Anadolu Bölgesi’ ne gitmesine izin vermeyecekti...”
A) Sigara
Bağımlılıkların en yaygını ve belki de üzerinde en çok konuşulanı sigara
bağımlılığıdır. Batı’da yaklaşık on asırlık bir geçmişi bulunan tütün ve sigara,
XV. yüzyıldan itibaren yeni dünyadan İslâm dünyasına da sirayet
etmiş, sigara alışkanlığının toplumda yayılmaya başlamasıyla birlikte sigara
içmenin dinî hükmü, dinen sakıncalı olup
Bir kitabı anlamak ne kadar zorsa bu kitabı anlamakta o kadar zor. İnce bir kitap gibi durur öyle önünüzde. “Okurum hemen” der alırsınız elinize ama bir başlarsınız... başlarsınız sadece.
Kitabı anlamak kolay ama cümlelerini anlamak zor. Hele de okuduğumu kesin anlamalıyımcılardan olarak söylüyorum: sağlam bir kafayla okumak lazım. Ve şu an o sağlam kafa ben de yokmuş. O sebeble şimdilik rafa kaldırılıyor.
****
Ve sonunda okundu ve anlandı. Bu kitabı üçüncü kez okuyuşum sanırım. Belki de daha fazla emin değilim. Her okuyacağım diyip aldığımda yarısına kadar gelir bırakırdım. "Sağlam kafa lazım sağlam" diyerek rafa kaldırdığım çok oldu yani. Bugün o sağlam kafayı yakalayınca okumak istedim. İyi ki de istemişim de okumuşum diyorum.
Birincisi; her şeyden önce çok güzel kafa açıyor. -dalga geçmiyorum, gerçekten aklınızın en uç noktalarına gidip geliyorsunuz- gözünüzle gördüğünüz şeylerin aslını görmenizi sağlıyor kitap. Bundan sonra ki süreçte bir resim ile bir fotoğraf, bir çizim ile bir boyama aynı olmayacak gözümde. Ve tabi ki hiç bir kelime aslını ifade etmeyecek. Her kelime sadece bir yansımadan ibaret olduğunu hatırlatacak bana.
İkincisi; bazı yerlerde ciddi tercüme sıkıntısı var. Anlayana kadar üç dört kere okuyorsunuz. Sanırım kitabı aslından okumak insana daha çok şey katacak ancak ben de o "aslı" şu an yok. Belki nasip olur da aslından da okuruz.
Petrograd’ta bizzat Fin memurlarının görev yaptığı özel bir tren istasyonu vardır. Bu ilk Fin istasyonundaki özellik bile hemen dikkat çeker. Ruslar’ın tren istasyonları genellikle pislik içindedir. Bilet gişelerinde sürekli kargaşa yaşanır.
Petrograd’daki Fin istasyonu ise pırıl pırıldır. Orada tam bir sessizlik ve düzen hâkimdir. Her iki ülkeye ait vagonlar arasında bile çok farklılıklar göze çarpmaktadır. Rus vagonları tıpkı bizim vagonlara benziyor. Her yeri tükürük içinde, duvarlar karalanmış ve kir içindedir. Yolcuların kendi aralarında veya kondüktörlerle tartışmaları ve gürültüleri hiç eksilmez.
Fin vagonlarında ise Alman trenlerinde olduğu gibi yerler numaralıdır; her yolcu kendi yerinde oturur ve asla yer kavgası yaşanmaz. Kompartımanlarda hiç kimse yüksek sesle konuşmaz sigara ve pipo içmez ve kesinlikle yerlere tükürülmez. Tüm vagonlar örnek alınmaya layık bir temizlik içindedir. Gece seyahat etmek durumunda olan üçüncü mevki yolcuları için bile temiz çarşaf ve yorganların serili olduğu yataklar hazırlanmıştır. Bunlar için cüzi bir ücret ödenir. Kısacası tüm seyahatleriniz boyunca asla rahatsız olmazsınız. Eğer uyumuşsanız, kompartımanda bulunanlar asla yüksek sesle konuşmazlar.
Zaten Finler yüksek sesle konuşmayı bilmezler.
Yolculuğun ikinci kısmına geçmeden önce yine uzun bir inceleme olacağını yazmak isterim. Çünkü Tolkien benim için hayal dünyamı açan ve ona can veren bir kişilikti. Kendisi bir çoğumuzun üstadıdır. Film serilerini sayısını unuttuğum kadar izleyip ve Yüzük serisi dışında birçok kitabını okuyup bir türlü bu seriye girmedim. Sanki en iyi zamanı
“Ne aşka, ne neşeye, ne de bilime hevesim kalmıştı. Hatta yeri gelmişken söyleyeyim, o bilgeliğimle nasıl edip de seni dünyaya getirdiğime şaşıp kalıyordum. Neyse... Artık bütün düşüncem, anan Rebeka’nın yağ bağlamış kalçalarını, boş şişeyi, mangalda küle dönüşen kitapları unuttuğuma göre, kendimi neyle oyalayacağımı bulmaktı. Bu düşüncelerle akşamları sokaklarda dolaşırken evlerinin eşiğinde çubuk biçimindeki pipolarının açılmış lale benzeri çanaklarına tütün doldurup içen Türklere, Yunanlılara, Yahudilere dikkat ettim. Daha önce ayrımına varmıştım; kendini aşk ilişkilerine, eğlenceye, bilime verenler bunlardan zamanla bıkıyorlardı. Düşünün ki bir Türk, şalvarını topladığı gibi on seçme karısının hareminden kaçabiliyordu. Girit şarabından başı dumanlanan Yunanlı bir süre şarkı söyleyip dans ettikten sonra ya kaldırıma uzanıp yorgunluktan sızıyor ya da mide bulantısından kıvranıyordu. Yahudi’nin en bilgesinin bile Talmud okurken uyukladığı sık sık görülen şeylerdi. Pipo içmenin zevki zevklerin en üstünü olmalı ki, insanlar doymak bilmez ağızlarından eksik etmiyorlardı bu nesneyi. İşte sevgili oğlum, bu sonuca varınca annen Rebeka’nın kendi gelinliğinden diktiği pantolonumu üçüncü ve sonuncu kez sattım.”
“O zaman Kanca pipoyu üçüncü kez ateşledi ve gözlerini Van Esterped’in göbeğine dikti. Orada en azından küçücük bir kötülük kurdu ya da minicik bir iyilik civcivi görmesi gerekiyordu. Ancak bütün çabaları boşa çıkınca kutsal pipoyu bir yana bırakıp şöyle haykırdı:
— Tanrı Kabalaş her şeyi görüyor. Ama onun piposunu içen zavallı Kanca hiçbir şey görmüyor. Beyaz adam basit bir adam değil. Onun içinde iyilik mi var, kötülük mü, ben bir şey anlayamadım. Eğer iyilik varsa dünyadan da büyük olmalı ki, zayıf gözlerim şaşırarak bir şey görmedi. Eğer kötülük varsa okyanustan da büyük olmalı ki, zayıf gözlerim suyun içinde boğuldu.”
“Her kadın gibi o da dingin ve pürüzsüz bir sevgi istiyordu. Tıpkı oturma odasındaki lambanın mat ışığı gibi; erkeğin çalışmasını engelleyecek kadar loş, ama uykusunu kaçıracak kadar da parlak...”