Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
günümüzde ülkelerin başarısız olmalarının bir başka nedeni de devletlerinin iflas etmesidir. Bu da, onlarca yıl sömürücü ekonomik ve siyasal kurumlarla idare edilmenin bir sonucudur.
Sayfa 361 - Doğan KitapKitabı okudu
Birkaç istisna dışında günümüzün zengin ülkeleri 19. yüzyılda başlayan sanayileşme sürecine ve teknolojik değişimi benimseyenlerdir; fakir olanlar da benimsemeyenlerdir.
Sayfa 293 - Doğan KitapKitabı okudu
Reklam
İngiltere, 1787, Hükümlü Hakları
Mülk sahibi olamazlardı. Kesinlikle kimseyi dava da edemezlerdi. Aslına bakılırsa mahkemeye kanıt dahi sunamazlardı.
Sayfa 270Kitabı okudu
Sömürge düzeni
Avrupalılar gelişmekte olan madencilik ekonomisinde istihdam etmek için ucuz işgücü arayışındaydı ve bunu ancak Afrikalıları fakirleştirerek sağlayabilirdi.
Sayfa 260Kitabı okudu
... yenilik, eski problemlere yeni çözümler getiren yeni fikirlere sahip yeni insanlardan gelir.
Sayfa 163 - Doğan KitapKitabı okudu
Zengin ülkelerde bireyler daha sağlıklı, daha uzun ömürlü ve çok daha iyi eğitimli. Tatillerden, kariyer seçenekleri kadar, yoksul ülkelerin insanlarının ancak hayalini kurabileceği çeşitlilikteki imkanlara ve seçeneklere sahipler.
Sayfa 44
Reklam
Sömürüden çıkar sağlayan her elit için yerine geçmeye can atacak bir "gayri elit" vardır.
Sayfa 137 - Doğan KitapKitabı okudu
Teşvik-İki Anayasanın Hikâyesi
"“Fonogramın ve ampulün mucidi ve hâlâ dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan General Motors’un kurucusu Thomas Edison’u ele alalım. Edison yedi kardeşin en küçüğüydü. Babası Samuel Edison, çatı padavrası hazırlamaktan terziliğe, taverna işletmeciliğine kadar pek çok işle uğraşmıştı. Thomas çok az örgün eğitim görmüştü fakat evde annesinden eğitim almıştı. 1820 ile 1845 yılları arasında Birleşik Devletler’deki patent sahiplerinin yalnızca yüzde 19’unun ebeveynleri meslek sahibiydi ya da tanınmış büyük toprak sahibi ailelerden geliyordu. Aynı dönemde patent sahibi olanların yüzde 40’ı, tıpkı Edison gibi, yalnızca temel seviyede ya da daha az eğitim görmüştü. Dahası, yine Edison gibi, çoğu birer şirket kurarak patentlerinden istifade etmişti.”
Sayfa 35 - Doğan Kitap
Sovyet Nüfus Sayımı ve Stalin
"''1937 Sovyet Nüfus Sayımı,Komünist Parti'nin Ne İstediğini Kestirmeye Çalışmak Yerine İşinizi Gerektiğinden Fazla Ciddiye Alırsanız Başınıza Neler Gelebileceğine İyi Bir Örnektir.Gelen rakamlar,Sonuçların 162 Milyonluk Bir Nüfusa İşaret Ettiğini,Dolayısıyla Stalin'in 180 Milyonluk Tahmininden Çok Daha Az hatta 1934'te Bizzat Duyurduğu 168 Milyonluk Tahmininden Bile Az Olduğunu Gösterdi.1937 Sayımı,1926'dan Beri Gerçekleştirilen İlk Sayımdı.Dolayısıyla 1930'ların Başında Meydana Gelen Büyük Kıtlıklardan ve Kitlesel Temizlikten Sonraki İlk Sayımdı.Sonuçlar Gerçek Rakamları Yansıtıyordu.Stalin'in Tepkisi isr Sayımı Gerçekleştirenleri Tutuklatıp Sibirya'ya Göndermek ya da Vurdurtmak Oldu.Yeni Bir Nüfus Sayımı İçin Emir Verdi ve Bu Da 1939'da Gerçekleştirildi.Bu Kez Sayımı Gerçekleştirenler Meseleyi Doğru Anladılar ve Nüfusun Aslında 171 Milyon Kişi Olduğunu Buldular.''
Sayfa 124 - Doğan Kitap
Uzaklaşma-Venedik'in Bir Müzeye Dönüşmesi
"Vebanın Floransa’ya gelişine bizzat tanıklık eden İtalyan yazar Giovanni Boccaccio, daha sonra şöyle yazacaktı: Şiddeti karşısında insanoğlunun tüm bilgeliği ve mahareti faydasızdı (...) Veba feci sonuçlarını dehşet verici ve olağanüstü bir biçimde sergilemeye başladı. Burun kanamasının kaçınılmaz bir ölüme ait bariz bir alamet sayıldığı Doğu’daki gibi bir seyir göstermedi. Aksine, ilk belirtileri kasık ve koltukaltında kimisi yumurta biçimli kimisi de yaklaşık bir elma büyüklüğündeki büyüklüğündeki birtakım şişliklerin belirmesiydi (...) Daha sonraları hastalığın belirtileri değişti ve pek çok insan kollarında, kalçalarında ve vücutlarının başka bölümlerinde koyu lekeler ve çürükler bulmaya başladı (...) Bu illete karşı (...) hekimlerin verdiği tavsiyeler ve ilaçların gücü fayda etmiyordu (...) Ve çoğu durumda ölüm, tarif ettiğimiz belirtilerin görülmesini müteakip üç gün içinde vuku buluyordu."
Sayfa 150 - Doğan Kitap
Reklam
Kültür Hipotezi
"Genel kabul görmüş diğer bir kuram olan kültür hipotezi, zenginliği kültürle ilişkilendirir. Kültür hipotezi, tıpkı coğrafya hipotezi gibi, en azından Protestan Reformu’nun ve kamçıladığı Protestan ahlakının Batı Avrupa’nın modern sanayi toplumunun yükselişini kolaylaştıran anahtar bir rol oynadığını öne süren büyük Alman sosyoloğu Max Weber’e kadar götürülebilecek seçkin bir silsileye sahiptir. Kültür hipotezi artık temellerini yalnızca dine dayandırmıyor, başka inançlara, değerlere ve ahlak anlayışlarına da vurgu yapıyor. Alenen dile getirilmesi siyaseten doğru olmasa da, çoğu insan hâlâ Afrikalıların düzgün bir iş ahlâkından yoksun oldukları, büyüye-büyücülüğe inanmaya devam ettikleri ya da Batı’nın yeni teknolojilerine ayak diredikleri için fakir olduklarını düşünmeyi sürdürüyor. Ayrıca çoğu kişi, insanlarının hem doğaları gereği sefih ve meteliksiz hem de “İber” ya da “ mañana ”* kültüründen mustarip olmaları nedeniyle Latin Amerika’nın asla zengin olamayacağına da inanıyor. Elbette, bugün Çin, Hong Kong ve Singapur’daki büyümenin lokomotifi olarak Çin’deki iş ahlakı göklere çıkarılsa da zamanında çoğu kişi Çin kültürünün ve Konfüçyus değerlerinin ekonomik büyümeye ters düştüğünü düşünüyordu."
Sayfa 73 - Doğan Kitap
Ortadoğu Fakirliğinde İslam Dininin etkisi
"Ortadoğu çoğunlukla Müslüman ülkelerden oluşur ve daha önce belirttiğimiz gibi, bunlar arasında petrolü olmayanlar çok fakirdir. Petrol üreticileri zengindir fakat bu beklenmedik zenginlik Suudi Arabistan ve Kuveyt'te çok yönlü modern ekonomilerin oluşmasına yol açmamıştır. Peki, bu gerçekler din faktörünün önem taşıdığını göstermez mi? Makul gö­rünmesine karşın bu arguman da doğru değildir. Evet, Suriye ve Mısır gibi ülkeler fakirdir ve nüfuslarının büyük çoğunluğu Müslümandır. Fakat bu ülkeler zenginliğin oluşumunda çok daha fazla önem taşıyan başka konularda da sistematik farklılıklar gösterirler. Her şeyden önce hepsi de gelişimlerini yoğun bir biçimde ve olumsuz yönde şekillendiren Osmanlı lmparatorluğu'nun eski eyaletleriydi. Osmanlı idaresinin çöküşünün ardından Ortado­ğu, yine, gelişimlerinin önüne set çeken İngiliz ve Fransız sömürge imparatorluklarının eline geçti. Bağımsızlıklarının ardından, büyük ölçüde eski sömürge dünyasının kurallarına göre hareket ederek hiyerarşik, otoriter siyasal rejimler kurdular. Bu rejimlerin birkaç siyasal ve ekonomik kurumu, ileride tartışaca­ğımız gibi, ekonomik başarının elde edilmesinde hayati bir önem taşıyordu. Bu gelişim çizgisinde büyük ölçüde Osmanlı ve Avrupa hakimiyeti tarihi belirleyici oldu. Ortadoğu'da İslam dini ve yoksulluk arasındaki ilişki büyük ölçüde düzmecedir."
Sayfa 63 - Doğan Kitap
Devletin Gerekliliği
"Güvence altına alınmış mülkiyet hakla, hukuk, kamu hizmetleri ve özgürlük; bunların hepsi devlete dayanır, yani düzen sağ­lamak için zorlayıcı gücü olan, hırsızlık ve yolsuzluğu önleyen ve özel şahıslar arasındaki sözleşmeleri uygulayan kuruma. İyi işlemesi için toplumun başka kamu hizmetlerine de ihtiyacı vardır; malların nakliyesi için yollara ve bir ulaştırma şebekesine, ekonomik faaliyetin gelişmesi için bir kamusal altyapı sistemine ve yolsuzluk ve suiistimalin önüne geçmek için bir tür temel düzenlemeye. Bu kamu hizmetlerinin çoğu piyasa ve özel şahıslar tarafından sağlanabilse de bunların geniş ölçekte uygulanabilmesi için gerekli koordinasyon düzeyi çoğunlukla merkezi bir otoriteyi zorunlu kılar. Bu nedenle devlet, düzenin, özel mülkiyetin, sözleşmelerin uygulayıcısı ve çoğu zaman kamu hizmetlerinin en büyük sağlayıcısı olarak ekonomik kurumlarla kaçınılmaz bir bi­çimde iç içe geçmiştir. Kapsayıcı kurumlar devlete ihtiyaç duyar ve onu kullanırlar."
Sayfa 76 - Doğan Kitap
Bugün Uluslar Neden Başarısız Oluyorlar?
"Sömürücü kurumlar toplumda muazzam eşitsizlikler oluşturup gücü elinde tutanlar için büyük zenginlik ve denetimsiz güç sağladığından, devletin ve kurumların hâkimiyetini ele geçirmek isteyenler olacaktır. Dolayısıyla sömürücü kurumlar yalnızca bir sonraki sömürücü rejimin önünü açmakla kalmazlar, aynı zamanda bitmek bilmeyen iç çatışmalara ve iç savaşlara da neden olurlar. Bu iç savaşlar da daha fazla acıya neden oldukları gibi, bu toplumların ulaştığı çok az bir merkezileşmeyi de yok ederler. Ayrıca bu, sıradaki bölümde göreceğimiz gibi, genellikle kanunsuzluğa, devletin acze düşmesine ve siyasal kaosa yol açan bir süreç başlatarak ekonomik refaha dair tüm hayalleri yıkar."
Sayfa 352 - Doğan Kitap
Rahip Johannes'in Mutlakiyetçiliği
"Taqali Kralları ve halkı Arapçayı yazılı dili olarak kullanma olanağına sahiptirler fakat kullanmadılar. Yalnızca krallar başka devletlerle haberleşmede ve diplomatik yazışmalarda Arapça'yı kullandı...Yaygın olarak yazının Mezopotamya'da bilgiyi kayıt altına almak halkın kontrol etmek ve vergi almak için devletler tarafından geliştirildiği düşünülür. Peki Taqali devleti bunlarla ilgilenmiyor muydu? Meselenin bir boyutu şuydu yurttaşlar devletin hak talep etmesine olanak sağlayarak kaynakların kontrolü için kullanılmasından korktuklarından yazının kullanılmasına direnç gösteriyorlardı. Böylece ne Yöneticiler neden yönetilenler yazıyı kullanmaya çıkarlarına uygun görmediler."
Sayfa 226 - Doğan Kitap
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.