Öküz haliyle eğdi başını ve bu sırada ihtiyar bana şöyle fısıldadı: "Tarlayı yalnız başına sürdüğünü anlamasından korkuyorum, bu yüzden onu kandırmak için birkaç tane isim sayıyorum. Etrafında, diğer öküzlerin de onunla beraber tarlayı sürdüğünü duyunca üzülmez, daha verimli çalışır."
Ellerin kafeslenmiş güvercinlere benzer. Dudakların suskun kumrulardır (öttüklerini görebiliyor gözlerim).
Hareketlerinin hepsi kuş. Eğildiğinde bir kırlangıçsın; bana baktığında bir akbaba; gururlu, kayıtsız bir kadın gibi vecde geldiğinde bir kartal. Yalnızca kanat çırpıyorsun, aynı [...] gibi, sen temaşamın gölüsün.
Ruhum, saklı bir orkestradır; içimde hangi enstrümanların, hangi kemanların ve arpların, davulların ve trampetlerin, ses ve gümbürtünün olduğunu bilmiyorum. Kendimi yalnızca bir senfoni olarak biliyorum.
Kendi görüntüsünü tamamen cisimlendiren bir insanın görünüşte var olduğundan şüpheli yim. Manevi bir züppe, varoluşun saf rastlantısı içinde hayal kurma sanatını sergiledi.
Bu kitap, hiç var olmamış birinin otobiyografisidir.
Üst kata çıktıkça içeride pek fazla devridaim yapmadığı belli olan hava yoğun bir yaşlılık ve kolonya kokusuyla daha da ağırlaşıyordu. Birden kendimi dışarı atıp bu yapış yapış umutsuzluğu ciğerlerimden temizleme isteğine kapıldım, ama neden burada olduğumu düşünerek kendime hâkim oldum. Tütün, limon ve adını bilemediğim başka bir şeyden oluşan karışım vicdan azabı kokuyordu. Yaşlılarını buraya terk eden insanların haftada bir buraya getirip günahlarından arınmayı umdukları bu sıvılardan iğrenerek odanın kapısına uzandım.
Neruda: "Şiir açıklandığında sıradanlaşıyor. Her açıklamadan daha iyisi, şiirin orta- ya çıkardığı duyguların onu kavramaya müsait bir ruh tarafından bizzat tecrübe edilmesidir."