Öncelikle kitap müthiş hızlı okundu ve gerçekten çok akıcı. Ben Zülfü Livaneli okurken kendimi sesli kitap dinliyor gibi hissediyorum. Sanki okuyan ben değilim, okurken hiç yorulmuyorum.
Polisiye kurgu ile başlayıp, pisikolojik gerilim destekli, aşk ile süslenmiş son sayfasına kadar merak uyandıran çok yaratıcı bir kurgu. Ahmet ile Mehmet’ in kardeşimin hikayesi gerçekten çok farklı. Kimseye dokunamayan Ahmet ‘in tüm sevgi ihtiyacını sarılma koltuğundan alması çok ilgi çekiciydi. Hikayede hala çözemediğim bir şey içimde kaldı. Olga’ nın hastalığı tam olarak neydi hala anlamadım. Bir çok sürükleyici sebebi olan kitabın sonundaki süprizler çok iyiydi.
Dikkat edilerek okununca, Usta yazarın öyle çok vermek istediği mesajlar var ki. Ben bir nevi kendimi pisikolojik testten geçmiş gibi hissettim. Zaman zaman hikayede cinayeti unutup başka konuları merak eder oldum. Çünkü istediğinde manipüle edip, istediği gibi yönetiyordu okuyucuyu. Zaman zaman kurguda uyuttuğu konuları uyandırması ile sanki her an uyanık ol, (odaklan böyle her çekilen yere sürüklenme!) demek istiyordu.
Kısacası Zülfü Livaneli dünya görüşünü öyle zengin bir edebiyat ile anlatıyor ki baktığı yönlere dönmemek mümkün değil. Kardeşimin Hikayesi insanların duyguları olmasaydı her şey ne kadar kolay olurdu fikrinden başlayıp devam eden bir bakış açısı ile yazılmış. Kitapta en ilginç bulduğum şey sarılma koltuğu oldu. Sevgisiz dünyanın tek ihtiyacı acaba kitapta geçen sarılma koltuğu mu? Tüm dünyada sevgiden yoksun kalan hastalıklı her insana sarılma koltukları dağıtılsa, düzelir miydi bunca kötülük…