Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine Hâme-i zerrîn-i kudret, gör ne tasvir eylemiş. Kalmamış bir nokta-i muzlim, çeşm-i dil erbabına Sanki âyâtın Huda, nur ile tahrir eylemiş. Bak, ne mu'ciz-i hikmet, iz'anrubâ-yı kâinat; Bak, ne âlî bir temaşadır feza-yı kâinat; Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine, Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş. Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler: Bir Kadîr-i Zülcelal'in haşmet-i sultanına Birer bürhan-ı nur-efşanız vücub-u Sâni'a, hem vahdete, hem kudrete şahidleriz biz. Şu zeminin yüzünü yaldızlayan nâzenin mu'cizatı çün melek seyranına Bu semanın arza bakan, Cennet'e dikkat eden, binler müdakkik gözleriz biz. Tûbâ-yı hilkatten semavat şıkkına, hep kehkeşan ağsanına Bir Cemil-i Zülcelal'in dest-i hikmetiyle takılmış, binler güzel meyveleriz biz. Şu semavat ehline birer mescid-i seyyar, birer hane-i devvar, birer ulvî âşiyane, Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar, birer tayyareyiz biz. Bir Kadîr-i Zülkemal'in, bir Hakîm-i Zülcelal'in, birer mu'cize-i kudret, birer hârika-i san'at-ı Hâlıkane, Birer nadire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur âlemiyiz biz. Böyle yüzbin dil ile, yüzbin bürhan gösteririz, işittiririz insan olan insana, Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü. Hem işitmez sözümüzü. Hak söyleyen âyetleriz biz. Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize musahharız, müsebbihiz abîdane Zikrederiz, kehkeşanın halka-i kübrasına mensub birer meczublarız biz... Asa-yı Musa - 154
Sayfa 154
Aslında vahdet-i vücud, insanlık tarihinin gördüğü en rasyonel, en muhkem düşünce sistemi ve bu, gerçekten de Klasik Türk Düşünce sisteminin özünü oluşturuyor.
Reklam
TEŞBİH, TENZİH ESERİ ve TENZİH TEŞBİH ÖTESİ İÇİN...
TENZİH:Eksiklik ve kusur kondurmama, kusur ve kabahati yok etme. Allah’ın her türlü eksik ve noksandan uzak bulunduğuna inanma. (Kusur ve eksiklik, mahlûka mahsustur; ve kusur ve eksiklik izâfe edilen, yaratıcı olamaz, Allah değildir… Suret der demez, akla resim gelir; oysa suret, ruhun kendini ses, renk, kelâm ve bunların beş duyu öncesi ve sıfatları, kısaca “ruhun gölgeleri” şeklinde “tezahürleri” ile belli eden her şey için söz konusudur. Resim de bunun içinde… Nasıl ki “aynada tecelli” deyince, bildiğimiz aynayı misâl alıyoruz; ve zât’ın “vücud” dışında “öz, asıl” mânâsı, sıfat ve fiiller kasdı da içinde… Gölge nasıl, asla bağlı tecelli olarak, hep asılı neyse ona nisbetle bir keyfiyet; bahsi içinde, “gölge”ye nisbetle “gölge” ki, nisbette olduğu ona göre asıl… Teşbihler, hedef ve gayede “konaklar-hanlar”dır, alınan menzilde tecelli eden-varanla var olandır; tenzih, onu basamak kılarak daha derine, tecrittir… Teşbih, tenzih eseri ve tenzih teşbihten ötesi için… Allah’ı her türlü vasıftan uzak ve kul haddine dair girişten arî bilmenin ifrat hâli, “tenzihte ifrat” olarak Nuh Aleyhisselâm’da tecelli eder; aynı tenzihin Aşk hâli de İbrahim Aleyhisselâm’da… Vahdet-i Vücud ve Vahdet-i Şuhud: Biri eserde, diğeri müessirde derinleşme… “Allah zuhurunun şiddetinden gaibtir”; perdelerde tecelli eden… “Allah, ötenin ötesinde, ötenin ötesinde ve ötelerin de ötesindendir”; Mutlak Tevhid mümkün değildir… Hem imkânsızlık, hem de “mümkün”ün hasrında olmama ifâdesi!) (Salih Mirzabeyoğlu-Ölüm Odası B/Yedi: KKM (Putkıran İpucu)-Baran Dergisi, 400. sayı)
Hakikaten de Türklerin Batı'nın en yüksek felsefe sistemi olarak bilinen Alman idealist felsefesiyle mukayese edilebilir, ona denk bir felsefi sistem vardır. Bu felsefe, aslında vahdet-i vücud'dur.
BİRLİK VE BİR...
- " (...) Ruh’tan insana çok az şey bildirilmesi; insanın bâtınının, Allah’ın bilinmez Zâti sıfatlarından sureti üzere olması… Bilgi’nin varlık ve bilgide varlık ile, varlık’ın bilgi ve varlıkta bilgi, en nihayetinde -nihayetsizliğinde!-, Allah’ın sırrı ve Allah insanın sırrı… İslâm’daki “Vahdet-i Vücud” ile “Panteist” anlayışlar arasında, isterse onlar ruh kasdında olsun hiçbir benzerlik yoktur; Birlik bir bedahet, apaçık fark edilen, Birlik’in hakikati insanda ve İnsanî hakikatin kul cebhesinde. Demek ki Allah, “Birlik” değildir, Birlik her basamağında Allah’tandır… Bu ifâde çetrefilinde son takatle büyükler, “Allah şiddetli Bir’dir” ve “Mutlak Tevhid mümkün değildir!” lâfzıyla işi ebedi sürece havaleyle mühürlemişlerdir…" (Salih Mirzabeyoğlu-Ölüm Odası B/Yedi: İmâ İle Keramet Vesile Yahya Kemal - Nazım Hikmet -Baran Dergisi, 387. sayı)
Vücudun kemali, hayat iledir. Belki vücudun hakikî vücudu, hayat iledir. Hayat, vücudun nurudur. Şuur, hayatın ziyasıdır. Hayat, herşeyin başıdır ve esasıdır. Hayat, herşeyi herbir zîhayat olan şeye mal eder. Bir şeyi, bütün eşyaya mâlik hükmüne geçirir. Hayat ile bir şey-i zîhayat diyebilir ki: "Şu bütün eşya, malımdır. Dünya, hanemdir. Kâinat, mâlikim tarafından verilmiş bir mülkümdür." Nasılki ziya ecsamın görülmesine sebebdir ve renklerin -bir kavle göre- sebeb-i vücududur. Öyle de: Hayat dahi, mevcudatın keşşafıdır. Keyfiyatın tahakkukuna sebebdir. Hem cüz'î bir cüz'ü, küll ve küllî hükmüne getirir. Ve küllî şeyleri bir cüz'e sığıştırmaya sebebdir. Ve hadsiz eşyayı, iştirak ve ittihad ettirip bir vahdete medar, bir ruha mazhar yapmak gibi, kemalât-ı vücudun umumuna sebebdir. Hattâ hayat, kesret tabakatında bir çeşit tecelli-i vahdettir ve kesrette ehadiyetin bir âyinesidir. Sözler - 506
Reklam
1.000 öğeden 971 ile 980 arasındakiler gösteriliyor.