Bu sevgi, bu kararlılık ve bu tutku edebi bir kurgu değil. Bunlar gerçek ve bizlerin kaba ve kötü olduğunu düşündüğümüz insanoğlunun kalbinde yer alıyor.
Daha fazla ses çıkarmaksızın dinleyemem. Sizinle elimin altındaki imkândan faydalanarak konuşmak zorundayım. Ruhumu delip geçiyorsunuz. Yarı can çekişiyor, yarı ümitle havalara uçuyorum. Çok geç kalmadığımı, böylesi değerli duyguların sonsuza dek kayıplara karışmadığını söyleyin bana. Sekiz buçuk yıl önce neredeyse paramparça ettiğiniz zamankinden de daha çok size ait olan bir kalple kendimi size sunuyorum. Erkeğin kadından daha çabuk unuttuğunu, erkeğin aşkının daha çabuk söndüğünü sakın söylemeyin bana. Sizden başka kimseyi sevmedim. Haksız olabilirim, zayıf ve kırgın olabilirim fakat asla vefasız değilim. Beni Bath’a getiren sadece sizsiniz. Sadece sizi düşünüyor, sizinle ilgili planlar yapıyorum. Bunu göremediniz mi? Arzularımı anlayamıyor musunuz? Sizin benimkilere nüfuz ettiğini sandığım gibi ben de sizin duygularınızı okuyabilmiş olsaydım şu on gün bile beklemezdim. Bu satırları güçlükle yazabiliyorum. Her an beni mahveden bir şey duyuyorum. Sesininizi alçaltıyorsunuz fakat ben o sesin başkalarının dikkatinden kaçacak tonlarını bile ayırt edebiliyorum.
…fakat acı sona erdiği zaman kalan hatıra çoğu kez bir zevk duygusu oluyor. Orada acı çekmiş olduğu için, bir yeri daha az sevmiyor insan, duyulan hep acı, sadece olmadığı sürece.
Oysa şimdi iki yabancı gibiydiler; hayır, yabancıdan bile kötü durumdaydılar çünkü bir daha hiçbir zaman yeniden tanışamazlardı. Sonsuza kadar devam edecek bir yabancılaşmaydı bu.
Beden bakımından çocuk, düşünce bakımından yaşlıydım, o kadar okumuş, o kadar düşünmüştüm ki, bu geçitlerin dolambaçlı güçlüklerini, bu ovaların kumlu yollarını göreceğim sırada, yaşamı soyut bir biçimde, tepeleriyle tanıyordum.