Bu ölümcül salgın içimizin ta derinliklerinde bekleyen bir endişeyi uykusundan sesledi: Ölüm endişesi. Ne güzel onu unutarak yaşıyorduk oysa ölüm farkındalığı derin bir biçimde hayatı besler. Ölümün nefesini ensesinde hisseden kişi hayatın onu ‘’anlam’’ a çağıran davetine bir cevap vermek zorundadır. Ölümü fark etmek, bize hayatın her alanını değerlendirmeye, bugünü daha da dolu yaşamayı iter. Ölümü dikkate almak, bizim için varlığı da dikkate almaktır. Heidegger’e göre, ‘’ Ölüm yönelimli bir varlık olduğumuzu idraki; hayatlarımıza bir mana bir duygu ve yönelim katar.’’
Virüs salgını, bizi içimizdeki iyiyi ortaya çıkarmaya, içimizde yaşanmadan bekleyen bir hayatı yaşamaya davet ediyor. Yaşanmaya değer bir hayatın nasıl olması gerektiğini ancak ölümle burun buruna geldiğimizde anlıyoruz.
İnsan kendi bedenini, diğer hayvanlarınkini kabul ettiği gibi kabul edemez. Bir tuzağa yakalandığında acı verecek ve hareketini engelleyecek şekilde sürüklediği arka ayakları, bir kuyruğu, kötü muamele edilen ve önemsenmeyen ya da ezilen kanatları "yoktur". İnsanoğlunun bedeni, kendisi için açıklanması gereken bir problemdir. İnsanın yalnızca bedeni değil, içsel manzarası, hatıraları ve rüyaları da tuhaftır. İnsanın içi -benliği- de kendine yabancıdır. Kim olduğunu, niçin doğduğunu, bu gezegende ne yaptığını, kendinden ne yapmasının beklendiğini, ne umabileceğini bilmez. Kendi varlığı onun için anlaşılamazdır, kâinatın geri kalanı kadar daha yakınında çarpan kalbi de mucizedir, bu nedenle her şey daha tuhaftır. Her şey bir problemdir ve insan hiçbir şeyi kapatamaz.
Maslow şöyle söylemiştir: "Kesinlikle hem büyülenmemiz hem de korkmamız, hem harekete geçirilmemiz hem de savunmacı olmamız konusundaki kararsızlığımız, kendi içimizdeki tanrısallıktır. Bu, temel insani çıkmazın, aynı zamanda hem solucan hem de tanrı olmamızın bir boyutudur."
Ernest Becker- Ölümü İnkar
Bizim şarap içmemiz ne keyfimizden,
Ne dine, edebe aykırı gitmemizden;
Bir an geçmek istiyoruz kendimizden:
İçip içip sarhoş olmamız bu yüzden.
-Ömer Hayyam
Boşaltım insanın mutlak şaşkınlığını, yaradılışın büsbütün anlamsızlığını temsil eder. İnsan yüzünün olağanüstü mucizesini, ışıltılı kadın güzelliğinin büyüleyici sırrını, güzel kadınların gerçek bir tanrıça olmalarını sağlamak; bunu hiçlikten, boşluktan çıkarmak ve öğle güneşinde parlatmak; böylesi bir mucizeyi almak ve onu yine dışarı bakan gözlerin gizemli derinliklerine koymak; tüm bunları yaptıktan sonra boşaltım yapan bir anüsle onu birleştirmek! Bu kadarı çok fazla! Doğa bizimle alay ediyor ve şairler ıstırap içinde yaşıyor.
"Ah, azizim! Yalnız, tanrısız ve efendisiz kimse için günlerin yükü korkunçtur. O halde insanın kendine bir efendi seçmesi gerekir, Tanrı artık moda olmadığına göre..." - Albert Camus