Genetik epistemoloji bilgiyi, özelde bilimsel bilgiyi, onun tarihi, toplumsal türeyişi (socio - genesis) ve özellikle de üzerinde kurulduğu kavram ve işlemlerin psikolojik kaynakları gibi temeller üzerinde açıklamaya çalışır. Bu kavram ve işlemler büyük ölçüde sağduyudan çıkarsandıkları için, kaynakları da daha yüksek bir düzeyden bir bilgi olarak önemlerine ışık tutabilir. Fakat genetik epistemoloji, biçimselleştirmeyi de -özelde dengeli düşünce yapılarına ve bazen de düşüncenin gelişmesinde bir düzeyden diğerine olan dönüşümlere uygulanan mantıksal biçimselleştirmeyi de- hesaba katar.
Çocuk yedi yaşına değin önmantıksal kalıyor ve mantığı sezgi düzeneğiyle bütünlüyor: Temsile dayalı imajın ve «zihinsel deneyimlerin» biçimi altında algıların ve hareketlerin basitçe içe maledilmesi, gerçek anlamda ussal bir eşgüdüm olmaksızın böylece duyumsal-devinim şemalarını uzatıyor.
Algı üstüne yapılan deneysel araştırmalardan çıkan "kompleks yerleşim düzeni (konfigürasyon)" kavramı, özel düzenleme ya da denge yasalarının kontrolünde olan bir bütünün, kendisini oluşturan unsurlara indirgenemeyeceği savını içerir.
"..ne kadar anlıksal olursa olsun, gerekçe olarak duygusal etken içermeyen herhangi bir davranış yoktur; ama buna karşılık, duygusal durumların bilişsel yapısını oluşturan algıların ya da anlamanın devreye girmediği duygusal durum da olamaz. ... Duygusal ve bilişsel iki görünüm hem birbirinden ayrılamaz, hem de indirgenemez."
Ergenlik öncesi dönemi yaşayan 12-15 yaşındaki çocuğun, ne herhangi bir mantıksal formülü, ne de matematiksel anlamda "öbek" formülünü bilmesine karşın dönüşümleri dört olasılığa göre işlemeyi başarabildiği görülür.
Oysa tüm davranış, araçları ya da bir tekniği gerektirir: bunlar hareketler ve zekadır. Ama tüm davranış amaca ilişkin değerleri ve devinimleri de içerir; bunlar duygulardır. Buna göre duygusal yeti ve zeka birbirinden ayrılmazlar ve tüm insan davranışının iki bütünleyici yanını oluştururlar.
Referans aldığımız ilke, çocuğu sadece taklit eden bir varlık olarak değil, nesneleri kendisiyle özdeşleştiren, onları ayıklayan, kendi yapısına göre sindiren bir organizma olarak ele alır.
Gerçekte bebek kendi bedeniyle, kendi hareketleriyle ve bu edimlerin sonuçlarıyla önemli ölçüde ilgilenmeye başlar. Psikanaliz bu duygusal yetinin birincil evresine 'narsisizm' adını veriyor, ama bunun Narcisse'in kendisi olmadan, diğer bir deyişle, kişinin kendi bilinci olmadan narsisizm olduğunu iyi anlamak gerekir.
Bellek sorunu öncelikle bir sınırlama sorunudur.
Geçmişten korunan her şey bellek değildir.
Sayfa 72 - Çocuk gördüğü değil, anladığı şeyi aklında tutar, bunu da düşünebileceği kadar doğal bir biçimde yapmaz. Öte yandan, çocuğun anlamaması ve dolayısıyla anlamadığı ilişkileri belleğine yerleştirememesi çok doğaldır.Kitabı okudu