Kuşaklar boyu intihar malzemesi satarak geçimini sağlayan bir aile. Dükkana girenler kendini asmak için bir ip, sonsuza kadar uyumak için bir şişe zehir rica ediyor. Ya da güleryüzsüz müşteri hizmetleri en güzel nasıl ölünür kampanyasından bir şeyler seçip veriyor.
Kitabın konusuna bakınca mevzu karanlık, kasvet garanti diyorsunuz. Ama yazarın konuyu ele alış biçimi tüm tahminleri suya düşürüyor. Bin yıllık ölüm başıboş bir hergeleye dönüşüyor. Bunun mimarı ailenin küçük oğlu Alan. O, ölüm meleğinin siyah pelerinini usulca çekip onu don gömlek bırakıyor. Bizim Grim Reaper tırpanına sarılınca ucundan konfetiler yayılıyor etrafa. Ciddiyetten yoksun bir kıkırdama dalgalanıyor intihar dükkanında.
Çünkü Alan’ın müzik zevki ailesininkinden farklı. O, Mozart’ın ünlü ölüm marşı Requiem’in yerine Bob Marley’in “Don’t worry, be happy” şarkısını dinliyor. Güzel şarkı
Yaşam ve ölüm üzerine düşündürüyor insanı kitap. Ama bunu öyle uzun uzun akıl vererek, dört yıllık felsefe bölümünü özetleyerek yapmıyor. Hayatın olağan akışını biraz muziplik biraz kara mizahla buluşturuyor, okutuyor kendini. Ve garip biçimde, insana iyi gelen bir tarafı var bu kitabın. Hafifliyorsunuz.
Ve her şey mutlu sona giderken sürpriz, çarpıcı bir son gülüşünüzü yırtıyor. Kalıyorsunuz biraz. Biraz, ne gerek vardı buna ey Teule diyorsunuz. Kitabı içinde sadece boş kağıtların kaldığı bir çukulata kutusu gibi sağ tarafa bırakıyorsunuz. Ama yine de, iyi ki okudum diyorsunuz.
Keyifli okumalar..