Yemyeşil düzlükler. Ufuk çizgisinin, başakları oynatan rüzgârla birlikte yükselip alçaldığını görmek, öğleden sonranın üç bukleli bir yağmurla taçlanışı. Toprağın rengi, yoncanın ve ekmeğin kokusu. Bala bulanmış gibi kokan bir köy...
Sakin olun. Comala'ya vardığımızda sıcağı çok daha şiddetli hissedeceksiniz. Orada insan kendini közlerin üzerinde, cehennemin tam göbeğinde zanneder. Derler ki, ölüp de cehenneme giden Comala'lıların çoğu battaniyelerini almak için geri dönerlermiş.
Yüzlerce metre uzakta, tüm bulutların üzerinde, her şeyin çok, ama çok ötesinde gizlenmişsin, Susana, Tanrı'nın sonsuz büyüklüğünde, onun takdiri ilahisinin arkasına gizlenmişsin; ne seni görebileceğim ne de sana sesimi duyurabileceğim bir yerdesin.
Bu köy yankılarla doludur. Bunlar sanki duvar deliklerinde ya da taş altlarında hapsolmuş gibidir. Yürürken, birilerinin senin üzerine basıp geçtiklerini hissedersin. Gıcırtılar duyarsın. Gülüşler duyarsın; gülmekten yorulmuş gibi, artık çok yaşlanmış gülüşler. Ya da kullanılmaktan yıpranmış sesler. Bütün bunları duyarsın. Bir gün bu seslerin sönüp gideceğini düşünüyorum.
-Öldü mü? Neden peki?
-Neden olduğu anlaşılamadı. Belki de üzüntüdendir. Sürekli iç çekerdi.
-Bu kötü bir şeydir. Her iç çekiş insanın yitirdiği bir yudum yaşamdır.
" Hava ve güneş var, bulutlar var. Orada yukarıda mavi bir gökyüzü ve onun arkasında belki şarkılar, belki de daha güzel sesler var... Neticede umut var. Kaderimize rağmen bizim için umut var. "
- İnsanı her bir tarafından sıkan, sanki toprağı kanımızla ıslatacakmışçasına bizi paramparça ederek tozumuzu avuç avuç oraya buraya boşaltan bu dünya. Biz ne yaptık? Ruhumuz neden çürüdü bizim?