Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Adil Çiftçi

Adil ÇiftçiDin Sosyolojisine Giriş ya da Meleklere Ağıt yazarı
Yazar
Çevirmen
8.4/10
16 Kişi
132
Okunma
10
Beğeni
2.008
Görüntülenme

Adil Çiftçi Gönderileri

Adil Çiftçi kitaplarını, Adil Çiftçi sözleri ve alıntılarını, Adil Çiftçi yazarlarını, Adil Çiftçi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Ne var ki hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Hele ilk göründüğü gibi hiç değildir. "
Auguste Comte
Amem te plus quam me, nec me nisi propter te. (Bırak, seni kendimden daha çok seveyim. Kendim için değil sadece senin için seni seveyim. )
Reklam
384 syf.
·
Puan vermedi
İslam da yeni bir okuma
Çağdaş dünyada İslâm'ı çağa taşımak ve İslam mı yeni bir okuma ile ahlaki, adalet ve merhamet bağlamında bir okuma mütalaası yapmak gerekiyor... Fazulu Rahman yeni açtığı yolda İslam'ı anlamak ve yaşamak, yeniden bir vahdet yolu açmak gerekiyor.
Fazlur Rahman'la İslam'ı Yeniden Düşünmek
Fazlur Rahman'la İslam'ı Yeniden DüşünmekAdil Çiftçi · Ankara Okulu Yayınları · 201515 okunma
Bilinen hiçbir “din” yoktur ki insanları dağınıklıktan kurtarmak, bazı ortak duyguları ve bunların getirdiği davranışları meşrulaştırarak onlar etrafında bir toplumsal düzen kurmak için doğmuş olmasın.
Sayfa 106Kitabı okudu
“İntihar” ilk görünüşü ile tamamen bireysel, psikolojik bir hadise gibi görünmektedir. Çoğumuza da tam böyle görünüyor, değil mi? Ne var ki hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Hele ilk göründüğü gibi hiç değildir. Böyle bir kuşkuyla ve bu kuşkunun ilk kuralı olan “bir olguyu incelerken henüz hakkında hiçbir şey bilmiyormuşsun gibi incele” şeklindeki sosyolojik yöntem kuralıyla intihar olgusunu inceleyen Durkheim, yığınla istatistiksel veri yardımıyla, bir şahsın intihar etmesinde psikolojik değil de toplumsal olguların belirleyici olduğunu gösterdi. ... Durkheim, bunları ve diğer yöntem kurallarını uygulayarak örneğin kentlerde taşraya, Protestanlarda Katoliklere, boşanmış kadınlarda evlilere kıyasla daha fazla intihar olgusuna rastlanıldığını göstermiştir.
Din yoksullar, yoksunlar, sömürülenler, ezilenler için bir teselli veya teselli sebebi, gerekçesi; bir keder hafifletici ve bir telafi işlevi, hizmeti görür. Din sömürenler ve sömürü ilişkilerinden fayda sağlayanlar için ise, toplumsal iktisadi egemenliklerini sürdürmelerine yardım etme işlevi, hizmeti görür. Birlikte ifade edersem: Bir “ideoloji olarak din” altta olanlar (emekçiler) için bazı psikolojik (rahatlatıcı) işlevler görürken; üste olanlar (burjuva) için bir sınıfsal menfaat muhafızı işlevi görür. Burjuva bunu, bazen, emekçiler arasında din’i yayarak ve bazen de kendilerine dindar süsü vererek yapar. Neticede ikisi aynıdır. Yukarıdaki çözümlemelerin hangisi dikkate alınırsa alınsın, Marx-Engels’e göre din egemen sınıfın menfaatlerini koruma kollama, teminat altına alma aracı anlamında bir meşrulaştırıcıdır. Bu niteliğiyle o, bu dünyada acı çeken insanlar için acıyı meşrulaştırır. Bu meşrulaştırmayı da öbür dünyada üst ve üstün konum vadeden bir “telafi mekanizması” ile yapar. Çünkü din bir “Afyon”dur, Eskişehir veya Balıkesir değil…
Reklam
Marx yığınla yoruma tabi tutulmuştur. Yorumlar sağlığında başlamış, bazıları karşısında “Ben Marksist değilim” demek zorunda kalmıştır.
Ama insan kendisinde içkin değiştirme ve dönüştürme yeteneklerinin artık farkına vardığından, eş deyişle, doğru bilince ulaştığından: Ezilmişliğini, isyan hissini, en azından görece bir eşitlik talebini bastırması için bir zamanlar muhtaç olduğu din’in meşrulaştırma işlevine şimdi muhtaç değildir. Artık bu işleve de bu işlevi yerine getiren din’e de ihtiyacı kalmamıştır. Şöyle de ifade edilebilir: Üst sınıf sadece maddi olarak yüksek derecede bir tatminkarlığa sahip olmakla yetinmez. Sanat ve edebiyat içsel tatminine de sahip olmak ister ve sahip olur. İkisine de sahip bulunmayan alt sınıf bu sahipsizliğini meşrulaştırmak için telafi edici dinsel hayallere ihtiyaç duyuyordu. Ama artık doğru bilinçlenmiş komünist, paylaşımcı toplumda bu hayale de bu hayal kurdurma işlevini yerine getiren “din”e de ihtiyaç duymamaktadır.
Din’e en fazla alt sınıf muhtaçtır. Zira üst sınıfa kıyasla çok daha fazla içgüdüsel bir kaygının ıstırabını çeker.Bu içgüdü adeta mekanik olarak ona yerleştiren “yanlış bilinç”tir. İnsanın değiştirme ve dönüştürme gücünü insana unutturan bilinç. Bir nevi “bilinçsizlik” yani. Yanlış bilincin veya bilinçsizliğin oluşmasında büyük rol oynadığından: Din bu ezilmişler tabakası için isyandan alıkoyma, ezilmişliği meşrulaştırma işlevi görür. Onların en azından eşit biçimde isteklerini tatmin etme talebini engelleme işlevini yerine getirir.
Din’in deyim uygunsa ‘küçük işlevi’ sömürülen sınıfın eleştiri ve memnuniyetsizliğinin ilk hareketlerini, kımıldanışılarını dışarıya vurmaktır. Fakat: Din, Tanrı inancıyla, sadece Tanrı’yı “fail” telakki etmesiyle, insanın değiştirme ve dönüştürme yeteneklerini yani insanın failliğini, özneliğini hafife aldığından ve aldırdığından; insanda, kendinin ‘büyük işlevi’ olarak “yanlış bilinç” oluşturduğundan, “din” asla toplumsal devrimlerin vasıtası, kaynağı olamaz.
Reklam
Onlar kendilerinin servet ve iktidar arzularını tatmin için Tanrı Kelamını eğmiş büğmüş ve dünyaya, topluma yansıtmışlardır.
Roma İmparatorluğu şehir proleteryası yeni din Hıristiyanlığı köle sahiplerine, onların siyasal işbirlikçileri olan imparatora ve yönetimine “baş kaldırı din’i” diye benimsemişlerdir. Alman köylüleri Luther’in papaya ve papalık kurumunun dünyevi kokuşmuşluğuna protestosunu (Protestanlık), kendilerini sömüren feodal eşrafa (toprak ağalarına) karşı “dinen meşrulaştırılmış” mücadele hareketine dönüştürmüşlerdir.
Dinleri / imanları onları itaatkarlık / tabiyet konumunda, yabancılaşma konumunda tutarak iktisadi ve siyasi düzeni kendileri için “meşrulaştırır”. Bunu da, mahrumiyetlerinin ve mağduriyetlerinin telafi edileceği bir “öbür hayat” vaadiyle yapar.
Sömürülenlerin mal mülkten yoksunlukları ve bunu gidermek için iktisadi içtimai yaşam koşullarını denetleyememeleri yani onlara yabancılaşmaları dinsel teslimiyetlerinde, dinsel yabancılaşmalarında yansıma bulur.
686 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.