Kimsenin Fatiha bilmediği bir köyde ölmüştüm
“Benim var olmadığımı” söyleyen hasta bakıcıyı
elindeki nehirle boğmaya çalışmıştın sen de
Galiba biz seninle hiç karşılaşmadık
...
sevgili mutlu son,
beni tanısaydınız severdiniz
kaybolacak kadar hiç yürümedim.
kış mevsimini mp3e yükleyip dinlerdim sonsuza kadar
kalp masajı sonunda aniden alınan nefesleri bilir misiniz
öyleydim...
Necip Fazıl, Peygamber efendimize(s.a.v.) hakaret eden bir akademisyene "Sana alçak bile demiyorum sen bir çukursun ." demişti, yıllar önceydi. Hayranıyız.
Mesnevide şaşı çırak diye bir hikaye var. Ustasi bu çıraktan depodaki şişeyi getirmesini ister. Sasi depoya inince iki şişe görür. "Hangisini getireyim?" diye seslenir ustasi orada tek şişe olduğunu soyler. Şaşı itiraz eder.
Sonunda usta "Madem iki tane var, birini kır sağlam olanı getir" der. Şası bir şişeyi kırınca ikincisinin de kaybolduğunu görür.
Simdi gelelim konumuza " Bazilarimiz Cumhuriyetin yüzüncü yil kutlamalariyla çosuyor bazilarimiz Filistin'e üzülüyor" cümlesi bizim şaşı oldugumuzu gösterir. Ortada tek şişe var.
Bugün ben Cumhuriyetimi büyük Filistin mitingine giderek de kutladim örneğin. Cumhuriyet olmasa manda olsaydık çıkabilir miydik o meydanlara... Dünyada pek çok protestolar yapılıyor diyeceksiniz. Onlarin neredeyse hepsi hükümetlerine rağmen, yasaklara,tutuklamalara, fişlenmelere ragmen yapılıyor
Almanya'da Filistin lehine toplandiginizda nelerle tehdit ediliyorsunuz biraz araştırın bakalim. Halbuki biz bu konuda özgürce konusan birkaç ülkeden biriyiz. Aziz Cumhuriyetim de bir zamanlar Filistin'in yasadiklarini yasamadi mi? Ayn bicimde degil. Bicimi ayni olmayabilir ama saldiri dili ayniydi.
"Bazi insanlar seckindir ve her seye haklari vardir" Biz iste bu sapik inanca karsi savastik. Hepimiz insaniz hepimiz degerliyiz dedik.
Canim cumhuriyetim, bence sen bu zalim dünya için bir ümitsin.
Yüzyillarca yaşa...
Sen böyle sevindin. Bir de Ayasofya’yı düşün nasıl sevindi. Yıllardır müze. Taşın delirdiğini görebilseydik, Ayasofya’nın aklını kaybettiğini an an görürdük sanırım. Şimdi ne heyecanlıdır Ayasofya. Kalbi güm güm atıyordur...
“Çocukken bizim mahallede bir imam vardı, onun yüzünden dinden soğudum, oruç tutmuyorum.” “Ananeme kızdığım için namaz kılmıyorum bana çok baskı yapardı” “Komşu teyzemiz vardı, okumuyorum Kuranı onu hatırladıkça, çok bağırırdı bize öğretirken....” Arkadaşlar şaka mısınız? Din imamın, ninenin, komşu teyzenin tekelinde mi? Yapmışlar zamanında bir yamuk, geçin artık ya. Sizin yakutlarınız elmaslarınız olsa, imama kızıp, nineye kızıp o serveti çöpe mi atacaksınız? Koşa koşa gidip alırsınız, hiç kıvırmayalım. Fakat durum dini vazifeler olunca iş değişiyor. Bunlar da servet. Çocukken ona kızdın, şuna bunaldın, tamam artık gelmişsin kırk yaşına, takılma bunlara, geç. Din senin dinin, sana çocukken bağıran imamın dini değil, ömrün geçiyor, bir Ramazan’ı daha kaçırıyorsun. Kaçan o ramazanlar senin kardeşim. Komşu teyzenin değil. Senden eksiliyor.
Bir kelebeğin kanat çırpmasının dünyayı etkilediğine inanıyorsun da, bir kurşun bir çocuğa saplandığında, o yere düşerken annesinin çığlığının gelip seni bulamayacağını mı düşünüyorsun? Seni o çığlık bulacak.
"Hz. Haticenin Hira Mağarasına Peygamberimiz sav hürmeten binekle değil de yürüyerek çıktığını biliyoruz. Bu bilgi öyle sarsıcı ki. Sevdiğine kavuşmak için acele etmesi daha makul geliyor insana. Hiraya çıkanlar bilir gerçekten uzun bir yol. Neden çabucak ulaşmak istemiyor da yürüyor? Bu bana namazdan önce alınan abdesti hatırlatıyor nedense. Pat diye namaza duramıyorsun. Namaza dahil olmadan onun için hazırlanman lazım. Bir süreç yaşaman gerekiyor. Hz. Hatice de yürürken abdeste benziyor sanki. Bir yıkanma gerçekleşiyor. Bu konu üzerine öyle çok düşünmek istiyorum ki. Ne oluyor yürürken? Acele etmek bizi hürmettten düşürüyor mu?"