Duygularımın her defasında mutsuzluk etrafında şekillendiğini düşündükçe ve mutsuzluk diye atfettiğim şeyleri bir soğanın kabuklarını soyarcasına hayatımdan çıkarmaya çalıştıkça sonunda bir mutluluk çekirdeğine ulaşacağımı sanırdım ama kabuklar gidince elimde hiçbir şeyin kalmadığını fark ederdim.
Mutlak bir mutluluğun imkansızlığı tepemde bir şimşek gibi çakardı.
Kendim olmaktan sıkılırdım.
Mışıl mışıl ölüyordu insanlar.
Binalar gökyüzünü bir bıçak gibi kesiyor, sabah sisi ise sağa sola koşuşturan insanların üzerine bir tül perde hafifliğiyle iniyordu.
Akşam olduğunda insanların etrafında sis bulutlarından geriye kocaman bir yalnızlık kalıyor, yalnızlığı soluyan herkes sanki gizli bir örgütün üyesiymişçesine başını öne eğerek evinin yolunu tutuyordu.
Yalnızlığı bir seçimdi, kader değil, mutsuzluğu da... Önce kendini sevmeliydi insan ve bu sevgiye tutunmalıydı. Sevgi ile bakmalıydı bir kuşa, bir taşa, bir ağaca, bir işe, bir insana.