Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gulamhüseyin İbrahim-i Dinani

Gulamhüseyin İbrahim-i Dinaniİslam Dünyasında Felsefi Düşüncenin Serüveni 1.Cilt yazarı
Yazar
9.4/10
7 Kişi
57
Okunma
14
Beğeni
2.866
Görüntülenme

En Eski Gulamhüseyin İbrahim-i Dinani Gönderileri

En Eski Gulamhüseyin İbrahim-i Dinani kitaplarını, en eski Gulamhüseyin İbrahim-i Dinani sözleri ve alıntılarını, en eski Gulamhüseyin İbrahim-i Dinani yazarlarını, en eski Gulamhüseyin İbrahim-i Dinani yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Mevcûdâtı ontolojik düzlemde mülk (dünya)-misâl (hayal, berzah) ve melekût (akıl-kıyamet) âlemi şeklinde kategorize eden bazı İslam metafizikçi ve arifleri, bunun ilmî-epistemolojik karşılığını amelî (bedensel), kalbî ve aklî ilimler olarak üçlü tasnifle ele almışlardır: fıkıh, irfan ve kelam-felsefe; beyan, irfan ve burhan.  Bu üç disiplinin üçünü aynı anda deruhte edememenin olumsuz ve çoğu zaman da ölümcül sonuçlarına tüm dünyada açık bir  şekilde tanık olduğumuz zamanlardan geçmekteyiz. Şiddeti aklın ve kalbin / merhametin güdümüne teslim edememiş, sözde fıkıh temelli terör örgütleri kamera karşısında kafa kesmekte; aklı-eleştirel düşünceyi paranteze alanlar ise çoğunlukla emperyalizm ve Siyonizmin manipüle ettiği tarikat ağları içinde bir tür "şeyhim uçtu” "maneviyatçılığında”, afyonkeşlerin yaşadıklarına benzer "huzur”  deryalarında yüzmektedirler! Güya akılcı yaklaşım içerisinde olup  genelde akademi camiasında öbekleşen kürsü "ilahiyatçıları”nın  da, çoğunlukla, Firavuncu ve Karuncu Dünya Sistemi ve Küresel Sermaye ile hiçbir dertleri olmayan konformist Samirî'lere dönüştüklerinden köktenci bir adalet davası gütmeleri mümkün değildir, Öte yandan bu kişiler esasında mekanik-modernist-mealci ve '"örtük materyalist” bir "İslamî" söylemin taşıyıcısı oluşları yü zünden İslam metafiziğinin derin maneviyatının nurâniyetinden de yoksun kalmaktadırlar.  
Sayfa 7 - Önsöz yayıncılıkKitabı okuyacak
Reklam
Bu bereketli damar, kitapta da görüleceği üzere, çok ilginç tevafuklarla Batı düşüncesine de yol bulmuş, filiz vermiştir. Hikmet-i Müteâliye geleneğinin yetkin temsilcilerinden fakih-arif ve filozof Allâme Tabâtabâî ile yıllarca görüşen (1958-78 arası haftalık dersler) Henry Corbin'in, Heidegger'e '"Sizden önce Sühreverdî diye Müslüman bir filozof bu fikirleri söylemişti” dediği aktarılmaktadır. Bazı araştırmacılara göre Heidegger'in Varlık ve Zaman'daki bazı cümleleri birebir Molla Sadrâ'dan çevrilmiş gibidir.1 Ayrıca Henry Corbin, Molla Sadra'nın kendi ontolojisini özetlediği Kitâbü'l Meşâir'ini Le livre penetrations metaphysiques (Tahran-Paris, 1964) adıyla Fransızcaya da çevirmişti ve bu kitabın Heidegger tarafından okunduğu kaydediliyor. Dahası, Henry Corbin, Heidegger'in vefatının hemen ardından bir Fransız radyosunda kendisiyle üstadı hakkında yapılan bir röportajda, Heidegger'in ulûhiyet hakkında ne düşündüğü sorusuna verdiği uzun bir cevabın sonunda, aynen şu ifadeleri kullanmaktadır; "Fakat sırrını kendisiyle birlikte ebediyen götürmüş olması da mümkün. Bu nedenledir ki bugün Arapçadaki ifadeyle kısaca şöyle demeyi tercih ediyorum: Rahmetullâhi aleyhi. İlahi rahmet üzerine olsun,” 2
Sayfa 9 - Önsöz yayıncılıkKitabı okuyacak
Elinizdeki eser, "Mutlak Varlık”ın ve O'nun huzûrî bilgisinin insan kavrayışındaki en yetkin, en zirve örneklerinden ikisini sunan İslam arif ve filozofları Şihâbüddîn Sühreverdî (ö, 1191) ve Molla Sadrâ (ö. 1641) hakkındaki, yine bu gelenegin vârislerinden İranlı düşünür ve âlim ibrahimî Dinanî'nin televizyon programlarının Medya Şafak sitesinde yayımlanan çevirilerinden oluşmaktadır. Tarihsel olarak sonra geldiğinden Sühreverdî-lbn Arabî geleneğini içeren ve felsefe-irfan-naklî ilimleri beraber meczeden bir sistematik kurmakla benzersiz bir zirvede durduğunu düşündüğümüz Molla Sadrâ, özellikle Iran İslam inkılâbı'nın arkasındaki düşünsel havzanın fıkıhta usulî, felsefe ve irfanda Sadraî (dolayısıyla İbn Arabici) kökleri nedeniyle, süregelen bir siyasal etkiye de sahiptir.
Sayfa 8 - Önsöz yayıncılıkKitabı okuyacak
Ibn Teymiyye’nin anladığı ve açıkladığı şekliyle rü’yetullâh (Allah’ın görülmesi) meselesi bazı Ehl-i Sünnet kelam kitaplarında “varlık delili” başlığı altında ortaya atılmıştır. Fahreddin Râzî rü’yetullâh konusunda varlık delilini reddeden ve temelsiz sayan kelamcılardandır. Râzî her ne kadar kelam mezhebi itibarıyla Eş'arî olsa da, düşünce ve
Reklam
Câhız, bilgi ile insanın ihtiyaçları arasında birinin diğerinden ayrılmasının imkânsız kılacak bir tür bağlantı ve ilişki olduğunu söyler. Bu anlayış temelinde Câhız’ın nazarında bilginin insanın varlığının zorunlu gereksinimlerinin bir türü olduğu söylenebilir. Bu nazariye düşünürler arasında ortaya atılmış ve bazı kelamcılar bunu kabul etmiştir. Bu kişiler, bütün bilgilerin insan tabiatının zorunluluğu olduğuna ve fiiller alanının dışında olduğuna inanıyordu. Onlara göre insan iradeden başka bir şey kazanmaz, ama bu irade insanın fiillerinin kaynağıdır ve işler tabii bir şekilde iradeden neşet eder. Bir başka deyişle insanın yaptığı tek fiil, irade etmektir. Bilinmelidir ki bu kişilerin irade babında söyledikleri İbn Sînâ’nın ortaya koyduğu ve uzun yıllar boyu pek çok âlimin onu izlediği görüşten farklıdır. İbn Sînâ’ya göre irade, bilgi ve idrakten sonradır, oysa bu kimselerin sözüne göre bilgi ve idrakin iradeden önce olduğu hiçbir şekilde ifade edilmemiştir. Filozofların görüşüne göre bilmenin istemeye nispetle önceliğe, ama bazı kelamcıların inancına göre istemenin bilmeye nispetle önceliğe sahip olduğunu söylersek pek yanlış olmaz. Filozofların sözüne göre bilmek, istemeye neden olur, ama bazı kelamcılara göre istemek bilmeyi doğurur.
Gazâlî mantığa öylesine yakınlık hissediyordu ki bu alanda birkaç kitap yazmanın yanında, filozofların hatasının kendi bahislerinde mantığa sadık kalmamak olduğunu söylüyordu, Yine o, filozoflar onun inancına göre mantık kurallarına uygun davranmadıklarından dolayı filozofların sözünü “tehâfüt/tutarsızlık” olarak nitelendirmiştir. O, eI-Mustasfâ kitabında mantıktan faydalanmış ve fıkıh usulünü mantığa yaklaştırmıştır. Buna göre Gazâlî’nin mantığın yaygınlaştırılmasında ve şeriata yaklaştırılmasındaki rolü çok önemli ve esaslıdır. Bu yakınlaştırmanın meyveleri ve sonuçları hakkında konuşmak istersek, detaylı ve farklı yönleri kapsayan bir çalışmaya ihtiyaç duyarız. Ancak gözden kaçırılmaması gereken husus, Gazâlî’den önce İbn Hazm Zâhirî’nin bu yoldan gitmiş olması ve mantığı şeriata yaklaştırmak için çok çaba harcamış olmasıdır. Zâhirî mezhepli bu düşünür mantığa dair et-Takrîb li Haddi ’I-Mantık adlı bir kitap yazmış ve orada nahiv ilmini mantığa yaklaştırmasına ilave olarak, fıkhî örnekleri çokça kullanmıştır. İbn Hazm’ın bu çalışması onun Zâhirî mezhebinden ve Ebü Süleymân Dâvud bin “Alî bin Halef Zâhirî Isfehânî’nin sıkı bir takipçisi olduğunu bildiğimizde daha iyi anlaşılmaktadır. Bu kimselere Zâhirî denilmesinin sebebi, Kur’ân ve hadisin sadece zâhirine, yani dış anlamına inanmaları ve içsel anlamını kabul etmemeleridir. Zâhirîlik mezhebinin takipçilerinin inançlarından ikisi, Cuma namazının farz-ı ayn olduğuna inanmaları ve kıyası reddetmeleridir.114
Kindî, Aristo’nun şu sözünü aktarır: “Bize bir hakikat öğretenlere teşekkür etmemiz gerektiği gibi, onların atalarına da teşekkür etmeliyiz. Çünkü onlar bunların varlık sebebidir ve sonuçta hakikate ulaşmamızın sebebidirler.”
[Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yük.lenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.] Allah emanet yükünü göklere, yere ve dağlara önermiş, ama onlar bu emaneti kabul etmekten geri durmuşlar ve sadece insan bu emanet yükünü sırtına alıp yüklenmiş; bu hem zalim, hem de cahil bir varlıktır. Şirazlı filozof bu ayetin tefsirinde insan dışındaki bütün varlıkların bir kapta ve âlemde bulunan bir tür varlığa sahip olduklarını ve o âlemden bir başka âleme geçtiklerini söyler. Bu bağlamda insan sürekli dönüşüm ve tekamül içinde olan, bir varlıktan ötekine ve bir âlemden ötekine geçen yegâne varlıktır. İnsan kendi ontolojik değişimlerinde tek bir varlık mertebesinde sabit ve durağan kalmaz, tek bir âlem ve oluşum ile sınırlanmaz. Oluşum ve insanın değişimleri çizgisinde yer alan âlemler pek çoktur ve çeşitlidir. Bu yolculuk halindeki varlık, bu oluşumların ve âlemlerin her birinde o âlemle birleşir ve böylece bu oluşum ve âlemlerin her birini geride bırakır. Bu sürekli değişimlerden hareketle, varlığın insanın elinde bir gün sahibine iade edeceği emanet gibi olduğu söylenebilir.
574 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.