Ruhumu tanıma bahanesiyle beni mutsuz eden şeyleri, zaaflarımı soranlara kendi hakikatimi sansürsüz anlatıyorum hala. Korkularımı yumurta gibi dikkatle taşıyacaklarına olan naif inancım baki. Ayrılma vakti geldiğinde bisküvinin ambalajı gibi çöpe atıyorlar ama.
Kendime güveniyorum. Yanlış kararlar almayacağıma, göğsünden ayrılmak istemediğim sabahta beni terk edecek adama aşık olmayacağıma, etraftan bravolar alan işleri seçeceğime değil ama. Hepsi hayatımdan gittiğinde, yataktan kalkmak istemeyeceğim günlerden geçeceğime ve sonunda, yine de yeniden güneşe uyanabileceğime
" Nerelisin?" Son bir yılda en çok duyduğum soru bu. " Nerede doğdun, büyüdün, en mutlu olduğun günleri hangi ülkede geçirdin, nerenin denizlerine ayak bastın" değil. Gözlerimi dünyaya nerede açtım, onu öğrenmek istiyor. "Akdenizliyim" ( Mediterranean) diyorum ben de. Bu devletsiz aidiyet duygusunu, masanın etrafında yüksek sesle konuşan kalabalıkları, sabah kahvaltısında akşam ne yiyeceğiz planlarını, domatesin ve zeytinyağının kokusunu, kumsalda biten kitap sayfalarını, güneşin battığı yöne bakmayı, ağaç gölgesini, nefes nefese kaldığım yokuşları, çıplak ayak dolaşmayı, öğle uykusunu, aynı dili konuşmadan bile anlaşmayı, aya bakarken hüzünlenmeyi, kapısı kitlenmeyen evlerde uyumayı, vakti gökyüzünün rengine göre ayarlamayı, duşa değil denize dalmayı, leylalığımızı seviyorum. Akdeniz'e, Ege'ye, bu ruhani vatana aidim.