Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Louis-Jean Calvet

Louis-Jean CalvetDillerimizin Denizi yazarı
Yazar
7.4/10
7 Kişi
23
Okunma
0
Beğeni
635
Görüntülenme

Louis-Jean Calvet Gönderileri

Louis-Jean Calvet kitaplarını, Louis-Jean Calvet sözleri ve alıntılarını, Louis-Jean Calvet yazarlarını, Louis-Jean Calvet yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ulvi veya süfli ru­hunun üstün gelmesine göre, insan ya “kurtulacak” yahut da “mahvolacak”tır.
Bu adamı, düşüncesini ve hayatını felce ugratan yalnızlıktan çekip çıkarmayı kabul eder; ha­yatın güzel oldugunu, tatmin edildiğini ona söyletme­yi üzerine alır. İşte o zaman Faust anlaşmayı bizzat teklif eder: “Eğer ben, günün birinde, atıl bir halde, tembellik yatağına uzanacak olursam, hemen o anda yok olayım! Eğer sen de bir gün, bana kendi kendimi be­ğendirecek kadar, yüzüme gülerek beni aldatabilir­sen ve bir takım zevklerle gözümü boyayabilirsen, o gün benim son günüm olsun! Bu hususta bahse gi­rerim!“
Reklam
“İşte bu suretle yaşamak bana bir yük oldu­ğundan, ölümü özlüyorum ve hayattan tiksiniyo­rum.”
Ne kadar ben bu!
“Sabahları hep korku içinde uyanıyorum. Geçip giderken, benim bir tek arzumu yerine getirmeyen, herhangi bir neşe alametini bile inatçı bir aksilikle bastıran ve heyecanlı göğsümün ferahlanmasına, ha­yatın bin türlü gailesiyle engel olan günü görünce, acı gözyaşları dökerek ağlamak istiyorum. Gece olunca da yine endişe içinde yatağıma uzanmak mecburiyetinde kalıyorum. Lakin burada da bana rahat nasip olmuyor, ve korkulu rüyalar be­ni dehşete düşürüyor.”
Ne giyersem giyeyim, yine yeryüzündeki bu dar hayatın azabını çekeceğim. Ne sade gülüp oynayacak kadar yaşlıyım, be de arzusuz olmayacak kadar gencim. Bu dünya bana ne verebilir ki? “Vazgeç bu işten! Bu işten vazgeç!” İşte bu, herkesin kulaklarında çınlayan ve bü­tün gücümüzün devamı müddetince, her saatin bi­ze boğuk bir sesle tekrar ettiği ebedi nakarattır.
Mephistopheles, mukadderatı elinde tutan kö­tü ruhtur. Aşağı içgüdülerimizin, ne olduğu belirsiz arzularımızın şahididir. Onlara elle tutulur bir vü­cut veren, onların gerçekleşmelerine çalışan odur; alt şuurumuzda hayatımızın tanığıdır, bizi tehlikeye, koyan her şeyi aydınlığa o çıkarır, bizi kendimize o ifşa eder. Bundan da büyük iç kışkırtısı olamaz. Us­talıklı bir maharetle bize hükmeder, Şeytan kendi­sine bir sihir kudreti verdiği için de bizi tatlı hayallerle aldatmakta büyük bir sihirbazlık gösterir.
Reklam
“Ben daima inkar eden ruhum! Bunda da haklıyım, çünkü vücuda gelen her şey mahvolmaya müs­tehaktır. Bu itibarla hiçbir şey vücuda gelmeseydi, daha iyi olurdu. İşte bundan dolayı, sizin günah, tah­ripçilik ve kısaca fenalık dediğiniz ne varsa, hepsi benim esas unsurumdur.”
İnsandaki bilgisizliğin ve korkunun bu çifte kö­leliğinden nasıl kurtulmalı? Zindandan nasıl kaçma­lı? Tanrılara ayrılmış olan sahaya azimle girmekten; hiçlige yuvarlanmak tehlikesini bile, göze alarak cehennemin ateşleriyle yanan o küçük ağızdan titre­meksizin geçmekten başka yapacak şey yok. Bunun­la beraber, manasız yeryüzünü ıstıraplı bir korku duymadan terke karar verir: “Benim göğsümün içinde, maalesef iki ruh ya­şıyor, bunların biri diğerinden ayrılmak istiyor: Bi­ri kuvvetli bir sevginin ilitirası içinde, dünyaya ke­netlenen uzuvlarla sarılıyor, diğeriyse, toz toprak içinden şiddetle kurtularak, ulu ataların diyarına doğru yükseliyor. Eğer, yerle gök arasında saltanat sürerek dola­şan ruhlar varsa, şu altın renkli ince bulutlardan sıyrılarak aşağı insinler ve beni yeni renkli bir ha­yata kavuştursunlar.”
Faust her gün görülegelen insanlardan degildir. Çünkü gerek Tanrı, gerekse Şeytan, her ikisi de, onu vaktiyle Eyüb Peygamberi gözaltında bulundurduk­ları gibi, gözaltında bulundurmaktadırlar ve tartışmalarının, bahse tutuşmalarının konusunu o teşkil etmektedir. Onun hiçbir şeyle memnun edilemeyen, gökten en güzel yıldızları, yerden en yüksek
“Faust'umda hangi fikri canlandırmak istedigi­ mi benden soruyorlar. Sanki ben de onu bilirmişim, söyliyebilirmişim gibi Gökten inip dünyanını için­den geçerek cehenneme kadar; icabında fikir bu ola­bilir; ama bu, bir fikirden çok eylemin bir sürecidir (processus). Sonra, Şeytan'ın bahsi kaybetmesi ve bir insanın daha iyiyi isteye isteye, sonunda yanlış hareketlerden kurtulmaya muvaffak olması; şüphesiz ki birçok noktaları aydınlatmaya elverişli güzel bir düşüncedir, ama gerek eserin esasına, gerek ayrı ayrı alınan bütün sahnelerine hakim olan fikir bu değildir. Eger Faust'uma koydugum hayat kadar zengin, o kadar degişik, dolgun bir hayatı tek bir fikrin bü­tünü bağlayan ince ipi üzerine dizmek isteseydim, ne güzel bir netice elde etmiş olurdum!” Goethe devam ediyor: “Kısacası soyut düşüncelere vücut vermek, şair olarak benim yapacagım iş degildi. Hatta aralık ver­meksizin uyanık olan bir muhayyilenin bana oldu­ğu gibi verdigi türlü izlemleri duygulu, şidetli, se­vimli, degişik izlemleri bile ruhumda topluyordum; şair olarak da, kendimde bu hayalleri, bu izlenim­leri düzeltmekten, biçimlendirmekten, tasavvur ettiğim şeylerden okuyanların veya işitenlerin, aldıgım aynı izlenimleri almaları için- onları canlı tasvirler­le yaşatmaktan başka yapacagım şey yoktu.”
Reklam
Eski sihirbazın garip kişiliğine karşı bir ilgi duyması ve çağdaşlarının mu­hayyilesi önünde dalgalanan dahi insanüstü idealini onda canlandırmayı düşünmesi, onu ilimden yorul­muş, hayatı, tabiatın sezgili bilgisini, ölçüsüz ve hu­dutsuz hazzı arayan, zamanının bayağı bilgeliğine isyan eden, aşağı ve renksiz yaşayışın verdiği tik­sintiden kurtulmak için şeytan'la bir anlaşma imza­layan ve şeytanın emri altında, dünya ortasına ce­saretle atılan bir Titan olarak tasavvur etmesinin sebepleri böylece kendiliğinden anlaşılır. Fakat ko­yu protestanlığın mahkum ettiği, cehenneme layık gördüğü bu Titan'ı yeni çağ bağışlıyor ve yücelti­yor; Lessing onu bir bilgi kahramanı olarak kutla­mıştı; Goethe ise, onu varlığının bütün kuvvetleriyle ilme, hayata kavuşmak, nefsinde bütün insanlığın sevinçlerini, kederlerini yaşamak isteyen dahi ve ih­tiraslı, insanüstü olarak göklere çıkarıyor.
Geleneğin tanıttığı büyücüye az çok benzeyen, gerçek bir Faust 16 ncı yüzyılda yaşamıştı. Bu bir meczup mu, yoksa bir şarlatan mıydı? Belki hem meczuptu, hem şarlatandı . Binbir hileye başvura­rak, marifetleriyle saf insanların gözlerini kamaştı­rarak dünyayı dolaşmıştı. Hele Almanya'da Üniver­site gençliği arasında pek sevilen ve o gençlik gibi klasik antikiteye aşık olan Faust, belki de bir gün onları eğlendirmek için Helena'nın hayaletini çağır­mış olacak. Sonunda kendisini alteden Şeytanla anlaşmıştı. Daha sağlığında doğmuş olan efsanesi, ölü­münden sonra büsbütün yayıldı. Bu efsane on altın­cı yüzyılın sonlarına doğru yayımlanan «Volksbuch»' da vücut bulur. Bu kitap Faust'un ahlaklaştırıcı maksatlar taşıyan romanlaştırılmış hayatından başka bir şey degildir: Bize tabiatın harikulade kabiliyet­ler verdiği, Hıristiyanlık havası içinde yetişmiş, ama gururu yüzünden günah içine hatıp gitmiş bir ada­mı gösterir. Faust, her şeyi öğrenebileceğini, her şe­yi elde edebileceğini sanmış, hülyasını gerçekleştir­mek için de ruhunu Şeytan'a vermişti. Şeytan da, yasak bilgiler ve hazlar ortasında, yolunu aydınlat­ması için ona memurlarından, suç ortaklarından bi­rini, Mephistopheles'i göndermişti. Faust, ne imanı, ne de kurtuluş arzusunu kaybetmişti; Şeytanı aldatacağını umuyordu; ama kendisini günahlarının ağına kaptırmış ve içinde cennetin özlemini taşıdıgı halde, cehennemden sakınmak kuvvetini kendinde bulamamıştı. Tecrübe bir kere sona erince Mephis­topheles kendisini oraya sürüklemişti.
Kahramanı, zayıfların savunmasına, haksızlık­ların düzeltilmesine, yolsuzluklara karşı savaşa iten bu asil deliliğin anlaşıldığı ve bir dereceye kadar paylaşıldığı bir çağ varsa, o çağ olacağa boyun eğme, dünyadan el etek çekme çağı değildir. Adaleti kurmak için dünyanın kendilerini beklediğine, kendilerine büyük ihtiyaçları olduğuna onunla be­raber inanan insanlar, yalnız onlar, onu sevilmek is­tediği gibi severler. İhtiyarlayınca, insanları daha mutlu etmek için bir vakitler harbe gitmeye kalk­tıklarını hayal meyal hatırlayacaklar, çünkü teşeb­büs onlara o kadar boş görünecektir. Ama asil ve cömert yıllarda, uzlaşmayı daha öğrenmedikleri yıl­larda, Don Kişot'un çağrısını dinliyorlardı. Sesinin yankısını uzun zaman içinde taşıyana ne mutlu!.. Don Kişot, kalbin gençliğidir.
Don Kişot Cervantes'in kitabında ölmüştür; ama Cervantes'in kiabıyla, halk yıgınlarının hayalinde yaşamaya devam ediyor. Onun hayatı bilhassa mem­lekeimizde parlak olmuştur. On yedinci yüzyılda ona gülerler, hem de candan, gönülden gülerler; klasikler onu çok kaba bulur; ama on sekizinci yüzyıl on­dan faydalanır ve bir kuklayla eğlenir gibi onunla eğlenir. Sonra, Alman eleştirisinin etkisi altında, Don Kişot'un çehresi değişir; yalnız çehresi değil, ruhu da değişir. Samurtkan yüzlü gülünç şövalye haksız­lığa uğrayanları koruyan, kendisine dünya dar ge­len, büyük kalpli bir idealist, hülyası olaylarının sertliğine çarptığı için hüzünle ezilen bir kahraman olur. Romantizm onu böyle görmüş, bize böyle devret­miştir. Don Kişot'u bu gözle görmek, Cervantes'e belki de aklından hiç geçmemiş olan şeyleri vermek olur; bununla beraber eserinin birçok yerleri bu duruma elverişlidir. Cervantes'inki gibi, klasik eserle­rin, derin surette beşeri olan eserlerinin öyle bir özü, öyle bir zenginliği vardır ki, nice kuşaklar onlarda mahiyetlerini bozmadan daima yeni anlamlar bulur­lar. Bugünkü anlamıyla, Don Kişot özellikle gençligi çekmektedir.
Don QuijoteKitabı okudu
Bir humma buhranından sonra birdenbire akıllanır ve bütün hayatının bir hayalden ve delilikten başka bir şey olmadığını itiraf eder. Acaba bu, onu sevdiği her şeyden ayırmak için bir deneme miydi? Yahut da Cervantes, ölüme hazırlan­masına, vasiyetnamesini düzenlemeye imkan vermek için ona bir uyanıklık anı mı vermek istemiştir? Ölü­mü basit ve asil oldu; Sancho Panza da dahil olmak üzere, bütün dostlarına büyük bir üzüntü verdi. Ama Sancho, kendisine vasiyetnamede iyi bir pay ayrıldığı için üzüntüsünü öbürlerinden daha çabuk unuttu.
Don QuijoteKitabı okudu
71 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.