Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Turgut Akpınar

Turgut AkpınarTürk Tarihinde İslamiyet yazarı
Yazar
Çevirmen
9.3/10
3 Kişi
6
Okunma
2
Beğeni
708
Görüntülenme

Turgut Akpınar Gönderileri

Turgut Akpınar kitaplarını, Turgut Akpınar sözleri ve alıntılarını, Turgut Akpınar yazarlarını, Turgut Akpınar yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tasavvuf, İslami bir müessese değildir. Bilakis her yerde ve dinde oluşan ve dinlerin tanrıya ulaşmakta yeterli görülmemesinden doğan bir akımdır
İslamda gezici ve dilenci dervişliğin, daha önemlisi tasavvufun kaynağı olarak, budizmi görmektedir
Reklam
230 syf.
10/10 puan verdi
Konuya ilgimin ve yazarın tarzının da etkisiyle çok akıcı bir şekilde bitirdim. Türk ve islamiyet kavramlarını sosyoloji, hukuk, dil, sanat ve çeşitli başlıklarla çok güzel incelemiş. Okunmasını öneriyorum, çok fazla yeni bilgi kazandırıyor. Yazarın tarafsız yorumları ve bazen duygusal ifadeleri ayrı bir keyif kattı. İçerik ne güzelleme ne de kötüleme, iki yönlü araştırmaları paylaşıyor
Türk Tarihinde İslamiyet
Türk Tarihinde İslamiyetTurgut Akpınar · İletişim Yayınları · 05 okunma
Zamanın en etkili eğitim kurumları Medreselerin bin yıl Türkçeyi kapısından içeri sokmadığını görmüştük. Kız çocukları yani geleceğin anaları ise Medreseye gidemiyorlardı. Göçebelerin ise esasen Medrese ile alışverişleri yoktu. Fakir köylülerden çocuklarım Medreseye gönderebilenler herhalde pek azdı. Böylece halk kütlesinin büyük çoğunluğu Türkçeden başka dil bilmiyor, Medresede Arapça öğrenmiyor, Fars edebiyatı taklidi eserleri de okuyamıyorlardı. lşte bu insanlar Türkçeyi kurtardılar.
Sayfa 157Kitabı okudu
Türkçe'nin içine şey etmişler kısaca
Nergisi, Türkçe "kafasını kılıçla gövdesinden ayırdı" cümlesini bakın ne hale sokmuş: "Mikras-ı tig ile gerden-i kafur iltibasından fark-ı pürlemeanını cüda kıldı". Keza, "canı cehenneme uçtu" yerine: "bala-yı kuh-sar-ı serinde aşiyan saz olan zag-ı cife­har-ı can-ı habisi şigaf-ı tarekinden nişip-gah-ı duzahha pervaz eyledi" diyor. lnsan bu son cümleyi okurken, bu tarzda yazanların canı için de daha iyi bir temennide bulunmaya dili varmıyor.
Sayfa 146Kitabı okudu
"Türk dilinin gramer kuralları o kadar düzenli, o kadar mükemmeldir ki bu dilin, dil bilginlerinden oluşan bir heyet, bir akademi tarafından şuurlu bir şekilde yapılmış olduğunu zannetmek mümkündür"
Sayfa 137 - Max MüllerKitabı okudu
Reklam
İslam'da Kadın
lslamiyette kadının Hukuktaki ve Toplumdaki yeri, maalesef hiç de iyi değildir. Bu inkarı imkansız bir gerçektir. Bunu pekala bilen Müslüman yazarlar, durumu kurtarmak için, İslam Öncesi Arabistan'da kadının durumunun çok daha kötü ol­duğunu, bunun İslamiyet sayesinde düzeldiğini özellikle vurgulamışlardır. Bu fikre karşı çıkan ciddi Batılı ve Doğulu bilginlere göre, kadın'ın Cahiliye Dönemindeki durumu hiç de iddia edildiği gibi feci değildi. Bu hususta Corci Zeydan isimli Arap araştırıcının, Türkçede 5 cild halinde yayınlanmış "lslam Medeniyeti Tarihi"nde yeterli bilgi verilmiştir. Almanya'da, lslam Tarihini iki büyük cild halinde ilk defa tü­müyle ele alan Prof. August Müller'in açıklamaları da ilgi çekicidir. Biz en çarpıcı örnek olarak, ilk eşi Hatice'nin Hz. Mu­hammed'e, bir kadın olarak, evlenmeyi önce kendisinin teklif etmiş olmasını gösterebiliriz. Bu, bugün en ileri toplumlarda bile az rastlanan bir davranıştır. Keza Peygamberin ölümünden hemen sonra, bir Arap kadını olan Secah'ın, kendi peygam­berliğini ilan etmesi ve etrafına pekçok erkeği toplayabilmesi olayı da, sonradan İslamiyette erkeğin tek sözüyle boş düşen yani boşanmış sayılan, yarı-köle, evine hapsedilmiş, camiye bile sokulmayan, çarşaf ve peçe içinde sadece gözleri ve burnunun ucu görünen bir öcü haline getirilen Müslüman kadınların hayal bile edemeyeceği bir durumdur.
Sayfa 134Kitabı okudu
Haklı..
Memleketimizde laiklik sorunu üzerinde çok laf edilmesine rağmen, hiçbir çözüme ulaşılamamasının ana nedeni, lslam dininin yapısı itibariyle laikliğe ters düşmesindendir. Çünkü İslamiyet sadece bir İnanç Sistemi değil, aynı zamanda bir Hukuk Düzeni olmak iste­mektedir. Bu ise, zamanımızda kabulü imkansız ve tatbik edilmesi mümkün olmayan bir tutumdur. Son zamanlarda İslamiyetin "laik" olduğu gibi gülünç iddialar ortaya atanlar çıkmaktadır. Aslına bakılırsa belki hiçbir din "laik" değildir. "Kiliseler" elinden gelse bütün insanları kendi yollarından gitmeye, her bakımdan zorlamak isterler. Batı'da Hıristiyanlığın bu heveslerini engelleyen nedenlerin başında Reform hare­ketleri, Fransız İhtilali gibi, "Akılcı" devrimler ve fikir akımları gelir.
Sayfa 129Kitabı okudu
"... Dünya münasebetlerindeki tahavvüllerle sık sık değişebilen bir dinin, din olarak otoritesi, kutsallığı kalmaz. Bir taraftan değişememek karakteri, bir taraftan dünya işlerini idare etmek iddiası telif edilemeyecek iki zıddır."
Sayfa 129Kitabı okudu
Bilindiği gibi bir malı vakfetmek, basitçe söylersek, onu Al­lah'ın mülkü haline getirmek ve ferdi tasarrufların dışına çıkarmak dernektir. Vakfedilen şey artık tedavül alanından çıkmış olur. Halbuki ekonomik hayatın canlılığını sağlayan unsurlardan biri de kıymetlerin hızlı bir şekilde ve devamlı tedavül etmesi, el değiştirmesidir. Eskiden olduğu gibi paraların, altınların, hisse senetlerinin sandıklarda yıllarca tıkılı kalması, tedavülden alıkonulması, ekonomi açısından çok zararlı bir tutumdur. Aynı şey gayrımenkuller, taşınmaz mallar için de geçerlidir. Bir taşınmazın çeşitli hukuki yollardan mesela teminat gösterilmesi yolu ile kredi temini gibi, eko­nomik hayatın işlemesinde büyük yararlar sağlaması müm­kündür. Halbuki vakfedilen mallar, bu açıdan tedavülden kaldırılmış olduklarından ekonomik bakımdan olumsuz bir rol de oynuyorlardı.
Sayfa 119 - VakıfKitabı okudu
Reklam
Ramazan ayında hayatin nasıl adeta yarı felç olduğu, çalışma hayatının rölantiye girdiği daha doğrusu yavaş çekilmiş bir film haline geldiğini inkar edemeyiz. Uykusuzluk, ertesi günü işine geç gitme, hevessiz, isteksiz, soluk benizlerle çalışma, her şeyi Bayramdan sonraya bırakma vb. belki bizim gözümüze az çarpan fakat yabancılarca çok yadırganan ve şark gevşekliğine yenilerini ekleyen bir durumdur.
Sayfa 118Kitabı okudu
Yağma, yağma nereye kadar..
Büyük Alman tarihçisi Leopold Ranke, Osmanlılarda savaşın, dinin ve devletin ana amacı olduğunu vurgular (...) iktisatçı Gustav Ruhland'ın ısrarla üzerinde durduğu husus, ganimet gelirinin ekonominin gelişmesinde, milletin refahında, esaslı, olumlu bir rol oynayamayacağıdır. Çünkü ekonomi, produktif, üretici (mal ve hizmet) faaliyetler sayesinde gelişir: ziraatte gittikçe daha iyi, ıslah edilmiş metodlarla, üretimin artırılması, denizcilik, nakliyecilik gibi hizmetlerin yaygınlaştırılması, sanayi ve zanaat ala­nında çok üretim ve bunların dışarıya satımı gibi. Halbuki ganimet mallarının belirli bir sınıf içinde, paylaşılıp ye­nilmesi, gelip geçici, arızi bir ferahlık sağlasa da bu, bir ülkenin tümüyle ekonomik refahını ve gelişimini sağlayan bir yol değildir. Ruhland'ın deyimiyle ganimetler "Soygun Geliri" idi. Bu yüzden de ekonomi açısından makbul, kendisine bel bağlanabilecek bir gelir çeşidi değildi.
Sayfa 107Kitabı okudu
Yavuz Selim'in "Kızılbaş" denilen bu insanlara karşı güttüğü çok sert politika, acıma duygu­larımızı harekete getirmekte ise de Devletin varlığını sür­dürmek için başka bir çıkar yolun, o zaman için mümkün olabileceği de pek akla gelmemektedir. "Nizam-ı Alem için karındaşlarını" yok etmeyi Kanunnamelerine koymuş olan Osmanlılar, belki de üzelerek binlerce Alevi'yi kuyulara doldururken gözlerini kırpmamışlardır. Halbuki daha önceleri Osmanlı Devletinde heterodoks zümrelere, özellikle onların dini rehberleri olan Dervişlere, Dedelere, Babalara karşı takınılan tavır çok farklı idi. Hilmi Ziya Ülken'in 1921 yılında, "Vesaik-i Tarihiye Tasnif Encümeni"nde katip olarak çalışırken bulduğu, Orhan Gazi'ye ait bir vakfiyede bulunan, Bursa'nın zaptında büyük himmeti ve askeri coşturmak suretiyle zaferde katkısı olan heterodoks derviş Geyikli Baba'ya bir kısım arazi ile iki yük şarap ve iki yük rakı verilmesine dair kayıt, Sünni olduğu kabul edilen bir Osmanlı Sultanının dini yasaklara riayetinin derecesi ve bir heterodoks dervişe gösterdiği itibar açısından, son derece dikkat çekicidir.
Katip çelebi
"Bütün bu bid'atler halkın arasında bir töreye ve adete dayanır. Bir bid'at bir halkın arasında yerleşip oturduktan sonra artık Şeriatın beğendiğini buyurup, istemediğini yasaklamak işidir diye, halkı yasaklayıp ondan döndürmek arzusunda olmak büyük ahmaklık ve bilgisizliktir. Halk alışıp adet edindiği işi, eğer sünnet, eğer bid'attir, bırakmaz. Meğer elinde kılıç biri çıkıp da hepsini kılıçtan geçirsin .. Sünnete tam tamına riayet edip uymak istenirse hal müşkildir. Bu aykırılık zamanın ve mekanın başkalığından lazım gelir."
Türkler İslamiyeti kabule ya­naşmışlar ise de, bu dinin Türk boyları ve geniş kütleler arasında yayılması yine de ortodoks yani Sünni İslamiyetten ziyade heterodoks mahiyetteki çeşitli inançlar kanalıyla gerçekleşmiştir ... Vaktiyle Türklerin büyük çoğunluğu göçebe boylardan oluşuyordu. Onların doğrudan doğruya İslamın ortodoks şeklini yani "Yüksek İslamı" benimseyebilmeleri daha zordu. Halk, daha doğrusu onlar yerine, onların dilinden, gönlünden anlayan dini önderler, İslamiyeti kendi seviye düzeyleri ve eğilimleri yönünde değişikliğe uğratarak, bünyelerine uygun düşen bir hale sokmuşlardı ki buna "Halk İslamiyeti" denilmektedir. Halk İslamiyeti, görünüş ve şekildeki durum ne olursa olsun aslında Sünni İslam telakkisinin dışında ve hatta bazı açılardan karşısındadır.
25 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.