Ölümmüş! Hayattan ayrılmaz ki ölüm, hayat nasıl ölümden ayrılmıyorsa! Biri öbürünü getirir akla, yalan mı? Ve korkmak, çocukça bir iştir. Çocukça? Belki çocukçaydı evet bu korku. Ama vardı. Ve çok daha iyi olurdu, olmamış olsa!
Him oturum açmaya hazırlanırken köy kilisesinin çanı çalmaya koyuldu. Yavaş ve kederli bir çalıştı bu. Tam yedi vuruş. Ve büyük çanı aynı yavaşlık ve aynı kederle küçük çan izledi. Böylece oymak köyde birisinin öldüğünü öğrenmiş oluyordu. Bir ürperiş dolaştı bütün çingeneleri. Ama dua etmek "Tanrı günahlarını bağışlasın." demek geçmedi hiçbirinin aklından. Bu âdetleri yoktu, çünkü dinleri yoktu. Buna karşılık hepsi gözlerini yere dikmişti, bütün ölülerin yavaş yavaş çürüyüp eridiği toprağa.
Bir hırsız gibi sızmıştı oymağın içine ölüm. Bir ruh aşırmış; ve Zara'nın yeni doğan çocuğunun da ruhunu çaldıktan sonra, şimdi ikinci bir çocuğun, hem de bu sefer koskoca bir çocuğun ruhunu aşırmaya hazırlanıyordu... Yarın ne yapacaktı peki? Yarından sonra ne yapacaktı bu ölüm? Defolup gidecek miydi ? Yoksa oymağın içinde kalıp başka kurbanlar mı seçecekti kendine?