Anna Karenina’yı okurken geçmiş yüzyıllara bir seyahat edip geliyoruz.
Tolstoy, romanında dönemin toplumsal şartlarını, karakterlerin ruhsal çelişkilerini incelikleriyle işliyor.
Bir yandan balolara katılıp, Anna Karenina’nın çarpıcı güzelliğiyle dans edişini seyrediyor, bir yandan ise Levin’le trene atlatıp köye gidiyoruz. Bu iki zıt hayatı yaşayan karakterlerin yaşam akışının birbirlerine ustaca harmanlamasını okuyoruz.
Her karakterin kendine has bir dünya görüşü var. Köy işleriyle ilgilenen, mutluluğun köyde yaşamakta olduğunu düşünen Levin’in bolca felsefi düşüncelerine yer verilen dev bir yapıt.
Anna Karenina’nın örnek, saygın ve imrenilesi hayatının, yakışıklı subay Vronski ile karşılaştığı an değişmesiyle yön buluyor olaylar silsilesi.
Anna’nın cesareti etkiliyor en çok beni.
Bir çırpıda okunup biten bir kitaptı. Çok ama çok keyifliydi.
Ustaca betimlenmesiyle sahiden her şeyi bir köşeden seyrediyormuşsun gibi hissettiriyordu.
Okuyacaklara şimdiden iyi okumalar diliyorum…