Köpek, temelinde annelik (ve toplumun kadına dayattığı annelik baskısı) ve ırkçılık üzerine kurulu bir novella. Sürekli aslında dillendirilmeyen ikili seçimler arasında kalıyoruz ve sevginin bittiği yer neresidir, zalimlik nerede başlar, bunları bize bazen kalbimizi ısıtarak, bazen şaşırtarak, bazen de suratımıza bir tokat gibi çarparak gösteriyor. Geçmişteki bir kaybın travması ve sınıf farkının getirdiği aşağılanmaya maruz kalmanın insanda yarattığı psikolojik etkilerini, zamanla nasıl kişilik değişimine yol açtığını okuyoruz.
Küçük bir kasabada bir hayvan sever zehirlenmiş bir sokak köpeği buluyor, ondan geriye kalan 10 küçük yavrusunu yaşatmak için çevresine sahiplendiriyor. Bizim odağımızda ise yavrulardan birini sahiplenen Damaris ve onun küçük köpeğiyle zaman içinde değişen ilişkisi var. Damaris orta yaşlı bir kadın, kocası ile küçük bir kulübede yaşıyor. Çift çocuk sahibi olmayı çok isteyip farklı yollar denemiş ama bir türlü çocukları olmamış, Damaris'in köpeğine doğmamış çocuğunun adını vermesi, ona anne şefkati ile yaklaşması ve onu kocasının zalimliğinden sakınması da çoğunlukla bu yüzden.
Gayet akıcı ve sürükleyici bir dili var, mekan tasvirleri şahane. Yazar şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, hayvan istismarı, sınıf ayrımı, ırkçılık gibi konuları, hayatın acımasız gerçeklerini işlemesine rağmen yoğun bir drama sürüklemeden anlatmış Damaris'in hikayesini.
Bir oturuşta bitirebileceğiniz çarpıcı bir novella arıyorsanız, mutlaka okuyun.