"Bilginin, deyim yerindeyse, görme ya da işitmeden çok koklamaya özgü bir niteliği vardır; kokular da, bilgi gibi, yok edilemez; yalnızca daha güçlü kokularla bastırılarak 'duyulmaması' sağlanır."
"Artık küresel bir tüketim toplumunda yaşıyoruz ve tüketim davranışı kalıplarının, iş ve aile hayatımız dahil hayatımızın diğer her yönünü etkilememesinin imkanı yok. Artık hepimiz daha fazla tüketme baskısı altındayız ve bu yolda kendimiz tüketim ve emek piyasalarında metalara dönüşüyoruz."
Birliktelik değil, sakınma ve ayrılma, çağımızın megapollerindeki başlıca hayatta kalma stratejisi haline gelmiştir. Komşuları sevmek ya da onlardan nefret etmek artık mesele değildir. Komşulardan uzak durmak bu ikilemin icabına bakacak ve seçim yapmayı gereksiz kılacaktır; sevme ve nefret etme arasında bir tercih yapılmasını gerektiren durumları bertaraf etmemizi sağlayacaktır.
Yaşamı "sürdürmekle" bu denli meşgul olmamızın nedeni "ölmek" zorunda olduğumuzu bilmemizdir. Geçmişi korumamızın ve geleceği yaratmamızın nedeni ölümlülüğün farkında olmamızdır.
Ölüm, aklın en büyük yenilgisidir, akıl ölümü -ölümü nasıl bir şey olarak "bildiğimizi" değil- "düşünemediği" için, ölüm düşüncesi terim bağlamında bir çelişkidir ve çelişki olarak kalmaya zorunludur.
Ne doğumum nede ölümüm bana "benim" deneyimlerim gibi görünebilir. Kendimi yalnızca "önceden doğmuş" ve "bugün de yaşıyor" olarak kavrayabilirim.
Düşüncenin kavrayamadığı tek şey "kendi" var-olmayışıdır:
Düşüncenin kendi yokluğunu imgelemleme yetisinden yoksun oluşu, Descartes tarafından, tersi biçimde, düşüncenin olağanüstü gücü olarak tanıtılmıştır; Düşünüyoruz, "öyleyse" varız.
Evrensel olarak ve sürekli uygulanan çıkış yolu, ölüyü dışlama yoluyla yaşam ve ölümü birbirinden uzay bağlamında ayırmak olmuştur. Baudrillard'a göre mezarlıklar ilk gettolardır; gettoların ilk örnekleridir, daha sonra ortaya çıkacak bütün gettolar için bir modeldir.
Ölüyü uzakta tuttukları sürece güçlerini kaybeden tehditler arasına sokarlar.
Bugünü aşma ve geleceğe uzanma umudu, yalnızca geçmişin sürmesini sağlamaya dayandırılabilir.
Sürekli olarak geçmişi yeniden ele geçirme, onun yaşayan bellekten çıkmasına izin vermeme arzusunun ardında da bu umut yatar.
İmgelenen geleceği sömürgeleştirme savaşı, imgelenen geçmişin sınırlarında sürer.
Kültür "türün kendini koruma sisteminin ötesine geçen şeydir"; başka bir deyişle, yöneticilerin ilgilendiği, ilgilenmelerinin uygun olduğu her şeyin ötesine geçen şeydir.
Yöneticiler bu nedenle son derece yararcı ve dolayısıyla "salt varoluş"na işlenen "yararsız doğası" yüzünden sanatın doğal düşmanlarıdır.