Yeraltı edebiyatına ilgim olduğunu fark ettiğimden beri sürekli yeni yazarlar keşfetmeye çalışırdım. Hakan Günday, beni arkadaşımın tanıştırdığı, Az ile birlikte okuduğum kitap sayısı üçe çıkmasına rağmen çok sevdiğim ve tarzına hayran kaldığım bir yazar oldu. Her kitabına başladığımda yazarın işlediği konunun beni rahatsız edeceğini, okumamı zorlaştıracağını, günümüzde belki de görmek istemediğimiz, kafamızı çevirdiğimiz, varlığını fark etmemek için uğraştığımız gerçeklikleri yüzümüze bir tokat gibi çarpacağını bilmeme rağmen yine de kitaplarını merakla bir çırpıda okuyup bitirir oldum. Bu kitabında da olaylar, bazılarına göre tesadüfler silsilesi olarak görülse de beni rahatsız etmedi hatta aksine bu tesadüfleri okumak hoşuma gitti.
Kitap, Derdâ adında bir kızın yaşadığı zorlukların anlatılmasıyla başlıyor. Derdâ önce on bir yaşında küçük bir çocuk iken satılıp çok zor zamanlardan geçiyor. Aynı zamanlarda Derda adındaki bir oğlan da mezarda çalışıp hayatını devam ettirmeye çalışıyor. Bu iki çocuğun büyüyüp hayatlarının bir noktasında yollarının kesişmesini okuyoruz aslında. Fakat büyürken yaşadıkları o kadar ağır ki burada kendi kelimelerimle bunu anlatmam çok zor, okurken bile cümlelerin, olayların altında eziliyorsunuz.
Kitapta Derda’nın hayatını okuduğumuz kısımda çok fazla Oğuz Atay’ a yer verilmiş. Bu da Oğuz Atay’ı daha yakından tanımak ve onun eserlerini okumak istememe ortam hazırladı.
Ben Hakan Günday’ ın diğer kitapları gibi Az’ı da çok sevdim. Yeraltı edebiyatı okumayı seviyorsanız gözünüz kapalı listenize eklemeniz gereken bir kitap.