Durum anlatısının usta kalemi Sait Faik, Lüzumsuz Adam’da bize bizi anlatıyor. O kadar bizden, o kadar içimizden ki hikayeler, her farklı öyküde bildiğimiz insan manzaraları canlanıyor gözümüzde. Hayır, hiç yabancı değil bu kitap! Onun o çarpıtılmamış, gereksiz süslenmemiş, yalın, saf anlatısı, gerçekten yaşamamıza imkan veriyor hikayeyi. Her bir hikayenin içinde yeniden beliriyor, bazen bir sokağın köşesinden, bazen bir kahvehane masasından, bazen de bir balıkçı teknesinden izliyoruz karakterleri. Yaşıyoruz onların arasında. Eski İstanbul’u; Karaköy’ü, Beyoğlu’nu, Galata’yı tüm ihtişamıyla görme fırsatını yakalıyoruz. Sayfaları çevirdikçe beyaz bir güvercin gibi o kadim şehrin üzerinde uçuyor, bir hayalet gibi geçip gidiyoruz karakterlerin arasından.
Üslubu değil ancak anlatısı zor olsa da Lüzumsuz Adam’ı sevdim ben. On dört hikayenin her birinin ayrı bir derdi olduğunu düşündüm. Öyle apaçık ortada olmayan ancak duruma veya kişiye göre değişen birçok şeyi anlatıyordu hikaye. Ve hiç olmadığı kadar gerçekti. Kim bilir biz okudukça onun hayatına dokunan hangi şanslı isim ölümsüzleşti ve kim bilir hangi olay vuku buldu yeniden…
İşte bu yüzden sonsuza kadar yaşayacak Lüzumsuz Adam. Yaşamalı da! Ve küçük bir çiçekten, kaldırım taşından, denizden ve topraktan koca anlamlar çıkartmak için okumalı onu. Okumalı ki yaşandığına değsin o hayatlar ve anlatsın bize kendi hikayelerini…