Ey iman edenler! Allah'a karşı gereği gibi saygılı olun ve ancak müslüman olarak can verin. (Âl-i İmrân 102)
“Allah’a karşı gereği gibi saygılı olun” diye çevirdiğimiz cümlede
hem fiil hem masdar kalıbında geçen takvâ kavramı dinî bir
terim olarak “kişinin, kendisini günahkâr kılacak şeylerden
koruması” veya “insanın ibadet ve güzel işler yaparak Allah’ın
azabından korunması” şeklinde tarif edilmiştir (Râgıb elİsfahânî, el-Müfredât, “vky” md.; Cürcânî, etTa‘rîfât, “Takvâ”
md.). Bu tür korunma çabaları, temelinde Allah’a saygı ve itaat
niyeti bulunması şartıyla değer kazanacağı için meâlinde bu
saygı unsuru dikkate alınmıştır. Nitekim sahâbeden Abdullah b.
Mes‘ûd bu ifadeyi, “Allah’a âsi olmayıp itaat etmek, nankör
olmayıp şükretmek ve O’nu unutmaksızın hep hatırda tutmak”
şeklinde açıklamıştır (Hâkim, Müstedrek, II, 294;)
Takvâ sahipleri Kur’an’da övgüyle
anılmışlar ve kendilerine âhirette büyük nimetler verileceği
bildirilmiştir. Buna göre Allah katında en değerli kimseler takvâ
sahipleridir (Hucurât 49/13); yüce Allah takvâ sahiplerinin
dostudur (Câsiye 45/19); Allah onları sever (Âl-i İmrân 3/76);
onlarla beraberdir (Bakara 2/194); onlar için güzel bir gelecek
vardır (Sâd 38/49); âhiret yurdu onlar için hazırlanmıştır
(Zuhruf 43/35); onlar güvenli bir makamda bulunmaktadırlar
(Duhân 44/51); cennetler ve her türlü nimet onlar içindir (Ra‘d
13/35; Nebe’ 78/31-36;)