Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Eda Çimen

Eda Çimen
@Aedcimne
Sinir bozucu, katlanılmaz ve insanlara tahammülü olmayan biri
Yirmi yaşında olmadığımız halde bizler de mutlu olduğumuz anları gözden geçirsek, bütün kâinatın karşısında titrediği şu kelimeye ulaşmaz mıyız? "Hiç!"
Reklam
O günlerde hangi bahçenin içinden, hangi araziden geçsem, her tarafta yıkıp yok eden dehşetli bir balta sesiyle birtakım ağaçların yürek paralayan acı acı feryatlarla yere yıkıldığını görüyordum. Tabiat güzellikleri arasında o tatlı endamlarıyla öne çıkarak, kanatlılar âleminin kainata karşı ettikleri feryada, gökten zemine dökülen ilahi ahenge konak olan ağaçları o sene katlediyorlardı. Bu yıkım feryatları arasından mahzun mahzun geçerek her yerde hayalimi süsleyen koruya doğru yaklaştım. Ne göreyim? O güzel koru, her türlü hüzün ve elemiyle bir çöle dönmüş. Zaman zaman esen bir rüzgârın kaldırdığı keder verici tozlar, içinden zararlı böcekler yağan toprak renginde bir bulut şeklini almıştı. Ne bir ağaç! Ne bir kuş! Şurada burada kalıp kurumuş bazı ağaç kökleriyle orası bir Afrika mezarlığına dönmüştü. Temmuzun o her şeyi solduran, her şeyi çürüten yakıcı güneşi, yolun kenarında kalmış bazı çalıları, yangından çıkan yeşillik gibi yakmış, ötede beride biriken yağmur sularıysa kurtlandığı için kokuşmuştu. Yoldan yürümeye başladım. Güneşin zemine dokunan yakıcı bir ışık huzmesinin içinde sonsuz bir sürat, yorulmak bilmez bir hareketle yukarıya aşağıya çıkıp inen bin türlü sinek ağza, gözlere giriyordu. Başımın üzerinde kaynayan bu güneş de her tarafı kavuruyor, ayağımın altından ise kertenkeleler kaçışıyordu. Oradan geçen bir bağcıya, "Buraya ne olmuş?" diye sordum. Yüzüme biraz hayretle baktıktan sonra, "Buranın sahibi bu ağaçları iki yüz elli kuruşa Üsküdar oduncularına sattı" cevabını verdi.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ey gönlü aşk derdinden uzak kişi, gönlümü aşka sarıp allak bullak ettin (Tantaraniyye Kasidesi'nden Arapça bir dize "Ya hâlîye'l-bâl, kad belbelet bi'l-bilbâli bâl")
Dünyada kimseye muhtaç olmamak kadar mutluluk olamayacağına inandığından işleriyle meşgul olmayı pek sever.
Reklam
Şu gerçeği itiraf etmeliyiz ki bizler çoğunlukla en uzak bir yerde bulunan bir ailenin özel hayatını bildiğimiz halde oturduğumuz yerin bir saat ötesini bilmeyiz.
"Kime dert anlatmalı! Bu kibirli, vefasız, değer bilmez hayvanların kadınlar elbette taraftarı olur! Zaten kedi, kadındır" (Asıl kibirli olup hayvanlardan üstün olduğunu düşünen, onları aşağılayan üstüne üstlük kadınların kibirli, vefasız ve değer bilmez olduğunu söyleyen sensin! Madem kadınlar kibirli ve vefasız o zaman neden 33 senedir bir kadınla evlisin ve o kadın kedilere senden daha çok değer veriyor diye ağlıyorsun? Sen önce kendini ve neyi neden yaptığını algılayabilecek kapasiteye gel sonra başkaları hakkında yorum yapabilirsin. Bu arada teşekkür ederim, sayende işkence yöntemleri hakkında hayal gücümün ne kadar geniş olduğunu öğrendim.)
~ Paranın zehirlediği ölümden sadece öfke doğar. Tabutların üstünde dövüşülür. ~ Yalnız başına, yatağının etrafında yapmacık kederlerin sıkıntısını yaşamadan ölmek istiyordu
Kimsenin kimseyi yargılayacak durumu yok. Her insan kendi bilir çektiği acının boyutlarını ya da yaşamında anlamın hepten yok olduğunu.
Mari'nin akıl hastanesindeki arkadaşlarına veda mektubu
Genç bir avukatken bir İngiliz şair tarafından yazılmış dizeler okumuş, çok etkilenmiştim. "Taştan fışkıran bir pınar ol, suyu tutan bir kuyu olma." Bu sözlerin doğruluğuna inanmamıştım o zaman. Çünkü taşmak tehlikeliydi, taşan suyun sevdiklerimizin bulunduğu alanı basması olasılığı vardı, onları sevgi ve coşkumuzla boğabilirdik. Hayatım
Reklam
Herhalde bir kardiyoloji uzmanına görünecek, o da kalbinde hiçbir şey olmadığını açıklayacaktı. Villete'te kendisini tedavi edenin basiretsiz salağın biri olduğuna inanacaktı kız. Ama bu işler hep böyledir, yasak konuları araştırmaya kalkan biliminsanlarına hem cesaret gerekir hem de anlaşılmazlık. Asıl sorun, kızın her dakika ölümü bekleyerek geçireceği günlerdi. Bunu da enine boyuna düşündü doktor, sonunda çok önemli olmadığına karar verdi. Yaşadığı her yeni günü bir mucize olarak görecekti kız ki, kırılgan yaşamlarımızın her ânında başımıza gelebilecek beklenmedik olayları düşünecek olursak, her yeni gün bir mucizedir
O kızcağız öleceğini bildiği için bu müzikleri tüm ruhunu vererek çalıyordu. Peki, ben de ölmeyecek miyim? Benim ruhum nerede? Kendi yaşamımın müziğini böylesi derin bir coşkuyla çalabilecek bir ruhun var mı? Nerede benim ruhum? Geçmişimde. Sürdürmeyi hayal ettiğim yaşamda. Ruhumu nerede bıraktım biliyor musunuz? Güzel bir evim, iyi bir kocam ve işim olduğu ve bunlardan kurtulmak istediğim halde buna cesaret edemediğim yerde hapis bıraktım ruhumu. Ruhum geçmişte kalmıştı. Ama şimdi burada, bedenimin içinde hissediyorum onu, çünkü coşkuyla titriyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bildiğim tek şey, üç yıldır yaşamın beni gitmek istemediğim bir yöne iteliyor olduğu.
- Hayır. Siz farklı bir insansınız, ama herkes gibi olmak istiyorsunuz. Bu da bana kalırsa ciddi bir hastalıktır. + Farklı olmayı istemek, bir hastalık mı? - Evet, kendinizi herkes gibi olmaya zorlarsanız, öyle. Nevrozlara, psikozlara, paranoyaya yol açar. Doğayı çarpıtmaktır bu, Tanrı'nın yasalarına karşı gelmektir, dünyanın bütün dağlarında, ormanlarında, bir tek yaprağı bile bir başkasının tıpkısı olarak yaratmamıştır Tanrı. Oysa siz farklı olmayı delilik sayıyorsunuz, onun için de Villete'te kalmayı yeğlediniz, çünkü burada herkes farklı ve böylece siz kendinizi herkes kadar normal görüyorsunuz. Dediklerimi anlıyor musunuz?
Her insan tektir, her bireyin kendi özellikleri, içgüdüleri, farklı beğenileri, istekleri, serüven biçimleri vardır. Ancak, toplum her zaman belirli davranış kurallarını herkese empoze etme eğilimindedir, tek tek insanlar ise neden bu kurallara uymak zorunda olduklarını her zaman merak ederler. Bunları kabullenirler, tıpkı daktilo kullananların belirli bir klavyeyi en doğrusu sanarak benimsedikleri gibi.
1.103 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.